
Bazen öğrenmeye ihtiyacın kalmaz demişti sevdiklerimden biri.. Çünkü bildiğinin farkına varırsın hatırlar gibi... Bu durumda bazen bildiklerimizi dışarda ararız. Ne bildiğimizi bilmeden, neye ihtiyacımız olduğunu anlamadan bilmeye aç gibi dışarıdadır bilgi... Belki hayat bizi bilmek konusunda, dışarıya öteliyor kendimizden... Belki yaşadığımız sosyal çevre... Ve gitgide uzaklaşıyoruz böylece kendimizden, iç sesimizden, şaman genlerimizden, aslında bağlantıda olduğumuz benliğimizden...
Bazen bir işaret gelir ya hayatın kendisinden... En çok okuduğum, en çok “bilgi”lendiğimi sandığım bir zamandı, bir arkadaşım bana sevdiği birini anlatıyordu. Ona düşüncesini sorduğunda, elini şakaklarına götürüp "evrene soralım" dermiş ve çok objektif birşey söylermiş karşılığında, kendini katmadan, kitap cümlelerini sokmadan sözcüklerinin arasına... Cevabı çekermiş adeta evrenden... En önemlisi de söylediğini kendine mal etmezmiş. Ermiş olabilir ya da durugörü sahibidir demiştim o ara... Ama öyle olmadığını düşünüyorum. Yoksa niye kalsın bu sohbet böylesine hafızamda...
Derslerde dengeyi öğrettiğimde, en çok ben dengeleniyorum sanki... Ruhaniyetim ve hayata dair durduğum terazi kefesinde... Geçen bir yıl sadece yoga yaparak yaşayabilmiştim. Çok mutluydum. Şimdi hem yogayı, hemde maddi dünyayı dengelemeye çalışıyorum. İş yerinde saat 6.30’a kadar koşturduğum herşey, kapıdan çıktığım zaman anlamını kaybediyor. Derse girdiğimde, o derse en çok benim ihtiyacım olduğunu görüyorum sonra... Tüm öğrenciler, benim için sanki orada... Yüzüme bakarlerken, kendi hocamın yüzüne bakışımı görüyorum. Yeni bir asana, ne mutlu... Hareketi doğru yapınca, doğru yaptığının onayı, ne mutlu... Nefeslerin derinleştiği, farkındalığın arttığı ve yoganın hayatıma nufus edişini hissettiğim anlar, ne mutlu... Ben orada, o noktada hepsinde kendimi görürken küçücük oluyorum karşılarında... Saygıyla eğiliyorum hatırlattıkları karşısında... Hiçbirşey bilmediğimi, herşeyi orada öğrendiğimi gösterdikleri için gözlerinin içine bakarak teşekkür ediyorum gönülden. Bu durumda kim hoca önemli mi ?...
Bilgi, evrenden bize sızıyor zaten... Bilmek için bilmediğimiz, bilmek için çaba sarfetmediğimiz sadece bilgiye kalbimizi açık tuttuğumuz müddetçe... Bazen bir kitap yarım bırakılmış olsa da, devam edebiliyor içimizde... Dünya acı mı çekiyor, isyan mı ediyor, mutsuz mu, arınmak mı istiyor... Peki bugunde yağmur yağar mı dün olduğu gibi bu sıcakta ? İş yerinin terasındayım... İş arkadaşlarımdan biri cevap veriyor. Romatizması var. Kolları çekiliyormuş, “yağacak” diyor. Gülümsüyorum bende... Birkaç saate kalmadan güneş, gök gürültüsüne bırakıyor yerini.. Gökyüzü parçalanıyor, akıtıyor tüm nimetini... İçim hafifliyor. Dünya temizleniyor diyorum, çünkü ben temizleniyorum yağan yağmurla...
Eskiden minik akıl defterime küçük notlar yazardım. O minik cümleler büyürdü, blogumda kök salardı. Şimdi bir toplantıda algım uçuşuyor, minik defterime yazacak bir cümle geçiyor içimden, önümdeki deftere toplantının notunu yazar buluyorum kendimi... Sözcükler kaybolup gidiyor notlarımın arasında...
Söz veriyorum tutamıyorum sonra.. Gitmek, görmek, buluşmak isterken gidemiyorum. Sonra gitmemenin nedeninin olduğunu düşünürken, kalmamın nedenlerinden mutsuz olabiliyorum. Verilen söz uçup gidiyor, sözün içindeki inandırıcılığım da... Tutkuyla istemek mi gerek, böyle olması gerekiyormuş demek mi gerek, söz verdin gerçekleştir mi demek gerek, emin olamıyorum o anda...
Merkür diyorum.. Merkür düzelsin, yörüngesi hizalansın Dünyayla düzelecek.. Ama aslında düzelmemin bir an meselesi olduğunu da biliyorum açıkca... Sadece bakmam ve görmem gerekiyor aslında... Bakmaya doyamıyorum görmemeyi seçtiğim şu ara...
Şimdi biraz durma zamanı benim için... Durduğum noktada tüm gel-gitleri kabul ediyorum. Hiçbirine yakın değilim. Hiçbirini sahiplenmeden izliyorum sadece... Hayatın akmasına izin veriyorum. Hayat akarken, bir süre bloğumla ilgilenmeyeceğim. Onu çok sevdiğimden ilgilenmeyeceğim. Kelimelerimi sadeleştirmeye, arınmaya gidiyorum biraz da... Hayatın bana gösterdiği işaretleri yakalamaya gidiyorum. İçimdeki dengelerimi kurmaya... Teşekkürümü etmediğim göz göze kalışlarımı yaşamaya birazda... En çok ta kendi gönül gözüme bakmaya...
Ağustos sonu ailemizin yeni ferdi, beni teyze sıfatıyla onurlandiracak Defne dünyaya gelmeden dönerim belki... İki yıldır gazete okumayı boykot ederken, bir gün kendimi tüm hikayeyi okur bulduğum o içler acısı cinayet sonuçlanana kadar dönmem belki... Bir fotoğraf çekerim, işte bu dediğim an dönmek isterim belki... An durduğunda, ben o anın içinde kaybolmadığım ve ellerimle tuttuğumda içimden bir sözcük geçer,köklenmek ister, ben dönerim belki...
Hep güzel şeyler yazmak istedim bu bloğa... Yazdıklarımın geri dönüşleri için, hayata öncelikle teşekkür ederim.
Bu molayı haber vermek istedim okuyorsanız eğer... Gözlerinizin içine bakamadan teşekkür ediyorum hepinize... Kelimeler aracılığıyla beraber büyütüp, bende çoğalttıklarınız adına... Zamanla sanaldan daha gerçek olan dostlarıma ya da sessiz izleyici olsanız bile, varlığınıza.
Teşekkürler...
.
.