21 Ocak 2010

Uygulamalı Mutluluk Semineri


Not:Yerimiz sınırlıdır, lütfen randevu alınız.



Geçenlerde bir arkadaşımla sohbet ediyorduk. Bana gülümseyerek “o kadar çok kursa gidiyorum ki, sanırım hep kursiyer kalacağım” dediğinde, gülümsedim ben de ister istemez. Uygulama bambaşka birşey, hangimiz öğrendiğimiz bilgileri tam uyguluyoruz ki? Kim sonrasında takip ediyor doğru uygulandığını? Hangimiz kendi mutluluğunun uygulamalı tarifini verebilir peki? Bunu da geçtim, uygulamaya öğretecek olana, peki sen gerçekten Mutlu musun diye sormak gerekmez mi ?

Adım adım stres ile başa çıkamıyorum ben... 40 madde de sağlıklı yaşayamıyorum. Bunları gördükçe için için ” yapmayın, etmeyin” diyorum...Yapmayın gerçekten!


Bence metodlara bölünmüş hiçbirşey tam doğru değildir. İlaçlar bile insanlarda farklı tepkimeler gösterir. Sizin başınızın ağrısını kesen ilaç, beni kesmeyebilir.

Günlerdir bir türlü ulaşamıyorum kendime... Okuduğum kitap boynu bükük duruyor gündüzleri... Gece okurken, “dur ben bu uygulamayı sabah gün başlamadan bağıra bağıra söyleyeyim” diyorum. Gündüz oluyor, unutuyorum. Bir sonraki gece, “ben yarın en iyisi dürüstlük defteri yapayım, içimdekileri oraya yazıyım, sonra da onları pozitifleriyle değiştireyim” diyorum. O defter bir türlü alınmıyor. “Ben en iyisi yarın bir saat doğada yürüyeyim” diyorum. Yürürken koştuğumu hissediyorum. Duruyorum, düşüncelerim koşuyor bu sefer bankta oturmuş sadece karşımdaki ağaca bakarken ben. Televizyon başka, gazeteler başka bunaltıyor içimi... Mutlu haberler duymak istiyorum! “Seni çok seviyorum “ yazıyor bir kağıda Ağrı’da yaşayan 12 yaşındaki Meryem, öğretmeni bu notu görüyor. Bir kaç gün sonra babasının kalaşnikofu ile öldürüyor kendini... Ben çok ağlıyorum.

Hepimiz kendi içimizde nelerin döndüğünü biliyoruz. Hangi korkuların olduğunu, hangi hayal kırıklıklarının yaşandığını, nelerin bizi mutsuzlaştırdığını... Konuşuyoruz. Konuşurken, gözlerimiz dolarak güldüğümüz oluyor. Konuşma sonunda yine şükürler olsun diyoruz, sağlığa, dostluğumuza duacı oluyoruz. Ama birbirimize hiçbir method önermiyoruz. Tek gerçek olan şeyi yapıyoruz, yan yana duruyoruz. Birbirimizi sevgiyle "anlamayı" seçiyoruz. Ünlü psikiyatrist Irwin Yalom hastalarıyla ilk görüşmesinde sık sık onları anladığını, yaşadığı süreçlerin normal ve sağlıklı olduğunu söylermiş. Tüm yaşanan da bir süreç... Sağlıklı bir süreç.. Yaşanması gereken neyi ötelersek, karşımıza büyüyerek çıkıyor, büyüdükçe bunu çok daha iyi anlıyoruz..

Hangi büyüme acısız olur. Hangi büyüme 40 adımda özetlenebilir...
Veya hangi “uygulama” bir çocuğun büyüme sürecini hızlandırır, düşmeden, dizini yaralamadan..

Bırakırsınız
düşsün ki, öğrensin.
Ne düşmenin "uygulaması" öğretilir, ne de büyümenin...

Bir de sevmek öğretilmez işte..
O öylesine doğaldır ki, ancak yaşandığı zaman tanımlanır.

En son ne zaman içinizde kelebekler uçuştu da, minik bir kağıda “Seni çok seviyorum” yazdınız, gizlice verdiniz sevdiğinize... Benim uzun yıllar olmuştur böylesine gizlisini yapmayalı...

Ama şimdi, minik kağıtlara “seni çok seviyorum” yazacağım. Onun korkarak yazdığı o nottaki "sevgiyi "anlıyor" ve destekliyor olacağım böylece...
.
Kocamın cebine gizlice koyacağım birini, birini arkadaşımın cüzdanının içine o görmeden iliştireceğim, diğerinin diğer arkadaşımın posta kutusuna zarfsız atacağım, sonra babamın gömleğinin cebine, annemin makyaj çekmecesine, ...... Söylemek yerine küçük notlar yazacağım bu sefer.

Siz de yazın, sevdiklerinize iliştirin notunuzu gizlice..
Hatta onlar da bence devam etsinler bu zincire..
12 yaşındaki Meryem’in utancından kendine kıydığı o not da
ulaşır belki böylece gerçek sahibine...



...
..
.
Mutluluğu bulmak için sevgiye ve sevdiklerinize yakın olun.
Tek formül budur.
.
-
Buraya kadar okuyup, bitirmiş olduğunuz “Uygulamalı” seminerimizin
katılım sertifikasına, sizin adınıza minicik bir not iliştirilmiştir.


>

12 Ocak 2010

DönüşmeK


Bir gün geliyor, bir hastalık haberi alıyorum. Diğer gün, çocuk isteyen bir arkadaşımın yıllar sonraki mutlu haberine çığlık atarak seviniyorum.

Herşey ne kadar hızlı... Hiçbirşey eskisi gibi değil diyor yaş'lanan tarafım... Henüz algımızın bile seçemediği görüntüler arasında hızla ilerliyor tren...

Gün dönüşüyor ama bulutlar şuursuz... Yağsak mı, gürlesek mi, güneşe izin mi verseler emin olamıyorlar. Her gün uyanır uyanmaz ayağıma yere basmadan yatakta doğrulup, pencereden dışarıya bakıyorum, kar yağdı mı diye... Yağmıyor. Bulutlar gibi kararsız buluyorum kendimi... Onlarla eş düşürdüğüm için belki de gündelik hikayemi... Sonra gün içinde bir bakıyorum güneş doğuyor, bir bahar sevinci kaplıyor içimi... Bir süre kanıyorum. Sonra bir anda üşümeye başlayıp, yalancı güneşe söyleniyorum! Bu sana kaçıncı aldanışım diyor, bir şal alıyorum üstüme... İçimden geçen bahar mutluluklarını da örtüyorum böylece... Gökyüzü üstünde gözüm... Bulutlarla beraber kabarıyor içim bazen... Bazen bir rüzgar esiyor, içimden geçiyor sanki...

Aklımdan “Direnme, müdahale etme, izin ver”... geçiyor..
.
Diren(e)miyorum, rüzgara karşı ağaç gibi sallanıyorum... Bir o yandan bir bu yandan eğiliyor kolum kanadım... Rüzgar durduğunda, köklerime duacı oluyorum, ayaktayım.
.
Müdahale ed(e)miyorum. Suyun akışını değiştirecek düşüncelerimi, bir aralar çok direndiğim sularda kaybetmişim. Beraber akıyoruz .Bazen boğuluyorum, su yutuyorum ama sonra aldığım nefese duacı oluyorum, suyun üstündeyim.
.
İzin veriyorum. “Hadi tamam! Pes ettim “diyorum. Kollarımı kaldırıyorum, tüm silahlarımı bırakıyorum. Fakat kimse saldırmıyor. Kollarım yukarıda öylece durmuş buluyorum kendimi, ama yine de iki ayağımın üstündeyim, dengedeyim, şükrediyorum.

Herşey fazla fazla geliyor... Kütüphanenin raflarını düzenliyorum. İçimde karalanmış ama dursun diye saklanmış notları atıyorum. Mektuplarla ve sahipleriyle vedalaşıyorum. Torbalarla atıyorum hepsini. Benden alıp, evrenin çöplüğüne atıyor çöpçüler... Orada diğer çöplerle karışıyor, sonra ayrışıyor, umarım sonra da yok oluyorlardır diyorum içimden... Bana fazlalık gelenin, evrende çöp olarak kalması birşey değiştirmiyor çünkü...

Bir dergi de “Organlarınızın temizlenmesi için su içmeyi unutmayın” yazıyor. Zaten böbreklerim ağrıyor, yoksa pankreas mı var orada bilmiyorum. Daha sık su içiyim diyorum, onlar da temizlensin. O sırada son günlerin popüler sağlık doktoru reklamlara çıkıyor, “Su ile yıkamak yetmez” diyor çocuğuna elma yıkayan bir anneye...(?) Doktora sormak istiyorum “ Anneniz siz elmaları yemeden ilaclı suya mı basıyordu?” diye... Kandırıldığımızı hissediyorum. Kızıyorum. Kızdığımla kalıyorum.

Bazen olduğumuz hale yabancı, bazen durduğumuz yerde yanlış, bazen fazla, bazen eksik, dönüşüyoruz. Saatlerin tik-takları yavaş kalıyor hayatın hızına... Düşüncemizin gücü bazen... Bazen iki nefes arasında değişiyor herşey... Dün inandığımız bugün yanlış oluyor...
Hızla yaşıyoruz..
Sadece bir şey hep var oluyor.
Umut..
İyiye, güzele, doğruya, adil olana ve gerçek sevgiye....dair umutlar besliyoruz içimizde...
Boğuluyoruz sansakta, dirençlerimize yenik düşsekte, azalsak, ağlasakta hep umudumuz var..
O umut hiç bir aynada karşına çıkmıyor. Hiçbir denizde yakalanmıyor.
İnsanın yüreğinde duruyor.
.
Yılbaşından sonra hastanede ziyaretine gittiğimizde, “iyi olacaksınız” diyip, elini tuttum. Gözleriyle teşekkür etti. Söylenenden iyi görünüyordu. Kalbimden inanmıştım iyi olacağına... O gün hasta yattığı penceresinden gökkuşağı görünüyordu diye belki de...
Perdeyi açıp, gökkuşağına baktık.
Son konuşmamız bu oldu. Onun gördüğü son gökkuşağı da o...

.
.

Yarın kar yağar mı dersiniz?
Neden olmasın.
Benim umudum var... -

Red Hot Chili Peppers / Snow
Get this widget Track details eSnips Social DNA