30 Ocak 2009

Kelimelerin içine sakladım seni..




Bugün en deli şarkıları dinleyerek başladım güne. Günlerdir “Tamba Tumba Esmer Bomba” ruh halime dönmek istiyordum. Tamam, bugün komik bir gün olsun dedim. İpodumu boynuma astım, kulaklıkları takıp, evde özgürce dans ederek odalar arasında hazırlanmaya başladım. Kendime en olmayacak dans figürleri yaptırdım. Onu-bunu taklit ettim. Moonwalk bile denedim. Bir de kollarımı havaya kaldırıp, iki yana savurdum konserdeyim sanki. Böylece güne güzel başladım.

Seslerin içinde, sessizliği duydum sonra
bir anda... Aklıma geldin.

Nerelerdeydin şimdi ? Vucudum hangi yöne çevirdiğimde, senin olduğun yöne düşüyor dedim. Vazgeçtim. Bunu bilebilmek, ne işime yarardı ki?

Aynanın önünde hazırlanmaya başladım. Yüzüme baktım. Sende acaba ara sıra hatırlarmısın ki , benim seni hatırladığım gibi? Bunu düşünmekten vazgeçtim. Kalemi aldım, gözlerimin altını çizdim.

Arabaya bindim, aynı caddeden ve aynı kavşaktan geçtim. Yeşil yandı geçtim. Başka manzaralara gittim geldim. Ne beni alıp oralara götürdü, bilemedim.

Ders bitişi, “hiç tanımadığınız insanların enerjisini hisediyormuyuz” diye bir sohbet açıldı. Sonra sohbet, bazen insanlarla konuşurken onlara dokunmaktan- dokunamamaktan, vedalaşırken sarılmaktan veya bazen sarılamamaktan bahsederek devam etti. “ Kime sarılmak istiyorsunuz yada o anda ne hissediyorsunuz peki” gibi bir soru sormuş bulundum karşımdaki tatlı kadına... Hiç açıklama yapmadan kollarını açtı, sarıldı bana sonra.. İçime doldu tüm hissettikleri, teşekkür ettim bu supriz kucaklaşmaya... Aslında kimlere özlemle sarıldım kimseler bilemezdi o anda..

Bir arkadaşımın ameliyat olduğunu öğrendim bir telefon konuşmasında... Neyseki tehlikesi olmayan, küçük bir operasyonmuş. İlk önce üzüldüm. Aramıyorduk birbirimizi uzun zamandır.. Aramayacağımız da bir gerçekti artık.. “Umarım iyisindir, iyi ol” dedim içimden, düşüncelerimin arasında... Geçmiş olsun dileklerimle, sevgimi de yolladım ona...

Ya sen, Sende iyi misin acaba ?

Hande ve Steve’in, tek dişli yakışıklı kedileri Zeytun'un hastalandığını öğrendim aynı telefon konuşmasında. Siyah, asil ve bilge bir kediydi Zeytun. Aramaya elim gitmedi, çok yaşlıydı çünkü.. “Meea” diye miyavlıyordu, yandan tek dişini de göstererek... Hande’ye mesaj geçtim. Cevaben geri döndü hemen “Merak etme iyi. Biz de korktuk ama üşütmüş sadece “dedi.. “Çok sevindim. İçim hafifledi. Zeytun ile camdan sokağa bakışımızı hatırladım, ellerimi sırtında gezdirdim, uzaklara daldık öylece beraber..

Bir kahveyle günü güzelleştirmeye karar verdim, bu iyi haberin üstüne. Dönüş yolumu değiştirdim. Dükkana vardım. Siparişimi verip, paramı uzattım. Tekrarlanan siparişe, “Evet” anlamında kafamı öne arkaya bir kaç kez salladım. Barista bunu anlamakta zorlandı. Halbuki ne güzeldi çocuklar gibi kafa sallamak... Nefesini diyaframdan boğaza çıkarmaya yorulmadan, aklındakiyle birleştirip, sesleri dudaklarının arasından ortaya karıştırıp sunmadan, baş öne- baş arkaya cevaplamak..

Sonra kitapçıya girdim. Müşterinin birinin, kasiyere “almadan önce bu cd’i dinleme şansımız var mı” diye sorduğunu duydum. Ben kitaplara bakınırken, muhtemelen o cd torbasından çıkarıldı. Dükkanda bir süre sessizlik oldu. Çok sevdiğim o biricik parça çalmaya başladı. Gözlerimi kapadım, dinledim mutlulukla... Kitaplar bile gülümsedi sanki o an bana...

Mucizeler yaşanır. Her zaman.. O gece konuştuğumuz konu buydu bir sohbet penceresinin içinde, çok sevdiğim tatlı arkadaşım Özlem’le.. Bir gün önce “yarın hiç işe gitmek istemiyorum” dediğinde, “gitmelisin, farkında ol, belki yarın bir mucizeye tanık olacaksın“ dediğimi hatırlattı. O gün işe gitiğini ve sevdiği bir arkadaşının doğuma girdiğini anlattı. Ne güzel diyorum içimden, mucize doğmuş farkında olmaktan öteye..


Mucizeler hep var aslında, ama sadece görmek isteyene...

Özlesemde, bilmesemde, her gün yeniden yeni birşeyler öğrensemde,..
hafiflemeli şimdi, karşıma çıkan mucizeleri farketmeli
onlara Merhaba demeli...

.....

Eğer kelimelerin arasında
Bulabildiysen kendini
Sadece gülümse istiyorum şimdi, şu anda ...
Bir de başını sallarmısın bana,
Evet anlamında, hani her zaman yaptığın gibi
öne ve arkaya..... ?
.
.
Görsel buradan alınmıştır.

24 Ocak 2009

Anlatabilsem Seni...



Geçen gün yoga yaparken, çizgili çoraplarım, çizgi çizgi yere akmaya başladı. Önce halusinasyon görüyorum sandım. İzlemeye başladım. Ne göründüğü gibiydi ki?

O gün soğuk bir gündü. Yorgundum. Sabah verdiğim dersten sonra, akşam öğrenci olduğum ve hocama asistanlık yaptığım derse kendimi nasıl götürebileceğimi düşünüyordum. Akşam oldu, mavi duvarlarını bile öpmek istediğim çok sevdiğim studyodaydım yine. Aferin dedim kendime. Gelebildin..

Kaskatı olduğum bir gündü o gün.. Uykusuzdum. İçimde devinen boşluklarım vardı. Gözlerimi kapadım, gülümsedim. Tanrı beni özellikle o derse götürdü sanki. Ben ve hocamdan başka hiç kimse gelmemişti. Bu gerçek bir hediyeydi.

İkimiz karşılıklı oturduk. Ders başladı. Gözlerimiz genelde kapalıydı yada içeriye dönüktü bakışlarımız...

Tam alnımın ortasında, günün getirisi bir sürü düşünce duruyordu. Hepsine izin verdim, aktılar. Hiç birini tutup kurgusunu büyütmedim, izledim sadece.. Sonra top’ladım onları, şakaklarımdan, kulaklarımın arkasına doğru yavaşça sürükledim. Ensemden aşağıya bıraktım hepsini, biraz daha hafifledim. Vucudumu esnetmek için zorlamadım kendimi. Sanki melekler dokundu, boynumu çevirdi, sırtımı düzeltti. Bir diğeri, bedenimi yukarıya doğru esnetti. Tüy gibi hafifledim. Ayakta durdum dimdik, gücümü hissettim. Hem hayatta izlenendim ve izledim o anda kendimi.. Gördüğüm ve görüldüğüm gibi..

Sağlıklı olduğum için şükrettim. Nefesimin içinde kayboldum bazen, derinlerde onunla dolaşırken buldum kendimi. Kollarımı hissettim, belimi esnettim. Sırtımı arkama bakmadan gördüm ve düzelttim. Dizlerimi dinledim, kaslarıma gülümsedim. Nefesimden güç aldım, nefesimi verdim, ikisini birbirine dengeledim.

Tüm hareketler bittiğinde dinlenmek için mata uzandık. Şifanın ve çalışmanın vucudumuza işlemesine izin verdik. Yer ile bütün olmayı araştırdık.Yapmaktan çok, olmayı deneyimledik.

Bacaklarım rahat gevşek... bıraktım onlara hüküm sürmeyi..
iç organlarım, rahat......
kaşlarım rahat... gevşek...
kirpiklerim rahat...
saç diplerim rahat...
kulaklarım sessizlikle doluyor derinlere...


Nefes alıyorum, soluk borum yumuşuyor. Göğüs kafesim gevşiyor, iç organlarım boşlukta kendine yer buluyor. Huzurluyum. Hiç birşey önemli değil. Hiç birşey yok, ne geçmiş –ne gelecek. O an'ın içindeyim. Bedenim orda ama ruhum kocaman olmuş, adeta beyaz ışıklarla dolmuş. Her nefesimde, huzur doluyor her yanıma, genişliyorum bu his ile.. O kadar mutluyum ki, gözlerim doluyor mutluluktan... Bu hiç bitmesin, hep burada kalıyım istiyorum.

Yatar pozisyondan kalktık yavaşça, oturduk. Teşekkür ettik, bu seansı hediye ettiğimiz için kendimize.. Ve kocaman gülümsedik gözlerimiz kapalı birbirimize.. Başımı öne eğip, yavaşça açtım gözlerimi.. Çizgili ayaklarımı gördüm hemen dibimde.. Çoraplarım akıyordu sanki yere...

İçimde bitmeyen bir sakinlik ve mutlulukla evimin yolunu tuttum. Ne güzel hayat diyorum, aldığım nefesi öpüyorum bir yandan..

Göz hizamda bakıyordum herşeye günlerdir diyorum kendime.. Ama O an başımın üstünde, daha yukarda baktığım yer... Beni görüyordum yukardan. Buradan hiçbirşey göründüğü gibi değil. Ben sadece o bedenin içinde değilim. O bedenin kaygıları- endişeleri değilim. Taşıdıklarımın ağırlaştırdığı ayaklar değil sadece yere basan. İnsanları da uzun zamandır göz hizamdan algılamışım meğer.. Halbuki buradan hepsi ne kadar güzeller... Geçmişe bakan, gelecekten kaygı duyan değilim burada.. Manzaranın hepsindeyim. Her nefesimle büyütüyorum bu hissi.. Beyaz ışıklar yanıyor içimde. Burdan, daha yakınım kalbime ve sana hissettiklerime. Biliyorum, “Gel” diyorsun, “burdan bakalım beraber”... Hatırlatıyorsun tekrar... Seni nasıl seviyorum, ah bir anlatabilsem.....

Nefesim köprü oluyor, içim seninle doluyor..
Bedenlenmişliğime sığmaz bir derinlik içindeyim, gülümsüyorum sadece..
..
İçimdeki aşk ile
başımın tepesinde
kalbimin tam orta yerinde

ve her nefesimde..
biliyorum
her yerdeyim seninle...


Görsel buradan alınmıştır.

14 Ocak 2009

Sizin aynanızda neler var?

Çok sevdiğim arkadaşım, hocam Brajabanita, bir yıl önce aylık Reiki çalışmalarının birinde, katılımcılara "Aynalık" konusunu anlatma görevini bana vermişti. Bugün dosyalarımı karıştırırken çalışma notlarını buldum. Bu notları sizlerle paylaşmak ve blogumda yayınlamak istedim.
Bana Arkadaşını tarif et, sana kim olduğunu söyleyeyim.
Karşımızda gördüğümüz ve bizi rahatsız eden her şey ve herkes ASLINDA “Biziz”.

Kimi nasıl tarif ediyorsanız, Siz ,O' sunuz. Evrendeki çekim yasası şöyle işer “Benzer olan birbirini çeker”. Bu anlamda, hayatımıza giren insanlar da bir şans sonucunda orada değildirler. Hayatımıza bir şekilde dokunmuş olan her insan, çekim yasası sonucunda bir aynalık göreviyle oradadır. Birinin bize aynalık yapması demek, bize kabul etmediğimiz ve kimse fark etmesin diye büyük bir gayretle kendimizden bile sakladığımız yönlerimizi göstermesi demektir. Ayna gibi, bunu; sizden yansıyan enerji ve size dönen mesaj olarak algılayabilirsiniz. Kime “kıskanç” diyorsanız o sizsiniz. Kimi “çıkarcı” görüyorsanız o sizsiniz. Ve ilişkilerimizde hep karşı tarafı eleştirirken, biz aslında eleştirdiğimiz şeyleri kendimize yormayı beceremeyiz. Bu zor bir şeydir. Ama bunun farkında olarak ilişkilerinizi gözden geçirirseniz, iç temizliğiniz çok daha hızlı olur-ilişkilerinizde huzur bulur ve sevgide kalmayı başarırsınız.


Hayatımızdaki aynalık görevi yapan insanlar bize ne gösterir?

Korkularımızı, kendimizde olan ama kendimize itiraf edemediğimiz özelliklerimizi, bizi anlatır. Biz; bize aynalık görevi yapan herkese minnettar kalmalıyız. Çünkü bizi tanımlayan herşey onlarda gördüklerimizdir.

Beyaz bir mekan düşünün. Orada sizden başka bir şey yokken tanımsızsınızdır. Eğer duvara bir siyah nokta çizilirse, siz o siyah noktaya göre tanımlarsınız kendinizi “ben kütle olarak o noktadan daha büyüğüm” gibi.. Bir çöp adam çizildiğinde “ ben canlıyım o değil” diye tanımlayabiliriz kendimizi. Hayatımızdaki insanların bize aynalık etmesi de böyle birşeydir. Sizinle aynı enerjide olan insanları etrafınıza çekersiniz. Siz bu enerjileri çözdüğünüzde ilişkilerinizde değişimi fark edersiniz. Bu enerjiyi çözemeyip, devamlı söylendiğinizde hayatınıza giren insanlarda size hep ayni enerjileri öğretmek için aynalık yapmak için gireceklerdir hayatınıza.

Çevrenizdeki insanlar hakkında yorum yaparken, şunu aklınıza getirmekte fayda vardır. Birine “Çok inatçı” biri dediğinizde, evren size “bak sende inat ediyorsun” dediğini hatırlayın. Bu farkındalığa varmanız zor olabilir. Çünkü egonuz işler. O yüzden kendinize zaman tanıyın. Kendinize sorun “ben hayatımın nerelerinde, hangi zamanında inatçılık ediyorum da (ettim de), burada kendimi görüyorum”.. Ve aynalarınız ile samimi olun. Çünkü onlar sadece ve sadece sizi gösterir. Önce kabul edin. Sık sık ve aynalığı yaşadığınızı hissettiğinizde bunu kabul edin, olduğu gibi kabul edin ve kendinizi bağışlayın. Egonuz ile savaşmadan, direnmeden kabul ederek işe başlayın. Kabul etmek ve bunu insanın kendine itiraf etmesi çok büyük bir adımdır. İçinizdeki değişim, gerçek kabul ile başlayacaktır. Kendinizi kabul edip, bunu sevgiye dönüştürebilirseniz, karşınızdaki kişiyi de affedersiniz. Siz enerjilerinizi değiştirdiğiniz zaman karşınızdaki kişilerin size karşı olan davranışlarını da değiştirmiş olursunuz. Sizden giden mesaj değiştiğinde, karşıdan yansıyıp size dönen mesaj da değişmiş olur.

Eğer çevrenizde yalancı insanlar varsa ve sizi bu huyları ile rahatsız ediyorlarsa, “Yalancı benim” demeyi öğreneceksiniz ya da onlara kızıp köpürerek çevrenizde kendinize çektiğiniz yalancı insanların sayısını artıracaksınız. Siz yalancı olduğunuzu kabul ederseniz, ya yalan söylemekten vazgeçeceksiniz (beyaz yalan bile olsa) ki size de yalan söylenilmesin, ya da yalan söyleyen insanlara kızmaktan vazgeçeceksiniz. Çünkü onlar da aynı sizin gibi bir takım korkuları yüzünden yalan söylüyorlar. Aynalık aynı zamanda korkularımızı da tanımlayan bir mekanizmadır. Aldatılmaktan korkan bir kadın, aldatılması gibi bir aynalık yaşayabilir. Bu anlamda yine aynamızı görmemiz gerekir. Korkularımızı kabul etmemiz, bunun nereden-ne şekilde kaynaklandığını çözmemiz ve onu sevgiye dönüştürmemiz gerekmektedir.

**Aynalıklarımızı bulmanın en kolay yolu yazarak çalışmaktır. Özellikle yakınlarınızla ilgili bir liste çalışması yapmanız çok faydalı olacaktır. Örneğin, kardeşinizi nasıl tarif edersiniz?; onun hangi huyları sizi sinirlendirir, rahatsız eder? Bu çalışmayı samimi bir şekilde gerçek duygularınıza sadık kalarak, hiç hafifletmeden ve kendinizi mazur göstermeden yapmanızda fayda var. Çünkü bu çalışmada egonuz yanınızda işbaşı yapmış olacaktır ve sizin kendi içsel farkındalığınızı ve dönüşümünüzü engellemek için elinden geleni yapacaktır. Egonuzun karşısında durabilecek tek anahtar kendinize karşı dürüst olmanızdır.

Bu listeyi yaptıktan sonra, tek tek her madde için kendinize "ben bunu, nerede, ne zaman, kime yaptım?" diye sorun.. Bazı maddeler için ise, ilk bakışta hayatınızda tam karşılığını göremezsiniz. Mesela eşiniz için "sürekli beni eleştiriyor" şeklinde bir maddeniz olabilir. Oysa belki siz onu hiç de eleştirmiyorsunuzdur. Ama belki içinize dönüp samimi bir şekilde kendinizle yüzleştiğinizde çocuğunuzu sürekli eleştirdiğinizi görebilirsiniz. "Ama o daha küçük, onun yönlendirilmeye ihtiyacı var." şeklinde kendinizi mazur gösterebilirsiniz. Ama evren bunu anlamayacaktır. Evren'e göre siz ne kadar olgun bir ruhsanız, çocuğunuz da o kadar olgun bir ruhtur. Onun sadece zaman zaman sizin rehberliğinize ihtiyacı vardır.**

Bunları yapmaya başladığınız zaman, aynalarınızı bir bir fark etmeye başlarsınız. Bu bazen keyifli bir oyundur, bazen de zor ama başarılı bir dönemeçtir. Unutmayın ki, Karşımızdaki insanda tanrısallığı arayıp, keşfedip,fark edene kadar kendi içinizdeki tanrısallığı da bulamayız.

Özetle..
-Aynalarınızı farkedin.
-Kendinize karşı dürüst ve samimi olun
-Aynaların size, sizde olanı gösterdiği şey ne ise Onu olduğu gibi kabul edin.(sesli onaylayın)
-Hissettiklerinizi sevgiye dönüştürün.
-Size aynalık eden kişiyi affedin ve aynalığı için teşekkür edin.


UNUTMAYIN
1- Ayna çalışması o kadar aydınlatıcıdır ki, egonuz sizi bu çalışmadan kaçırmak ister.
2. Hiç kimsenin kendi karanlık yüzünü kabul etmesi kolay değildir.
3.Temizlik yolunda aynalarını keşfeden herkes için, bu çalışma aslında çok keyif verici de olacaktır.
4.Ve unutmayın, kimseyi değiştiremezsiniz. Sizin enerjiniz değiştikçe çevrenizin enerjisi de değişir.


"Bizim özümüz sevgidir. Kendi özümüzde sevgiyi görmeye başladığımızda aynalarımızda da hep sevgiyi göreceğiz. Tüm bu çalışmalar sevgiye dönüş yolundaki adımlardır."

"İçinizde nasıl yürüyorsanız, dışarıda da onları selamlarsınız."



Kaynaklar ve Yazıya Alıntılar..
**İçimdeki yolculuk-Fatih Koçak
İçimdeki Yolculuk- Hilal Dilek
İlişkiler Üzerine -Neale Donald Walsch

Brajeshwari / 8 Aralık 2007 / Reiki Çalışma Notları


Görsel buradan alınmıştır.

13 Ocak 2009

Hırsız Kalemler !




Bazen, evimden çıkıp, kendimi götürürüm kahve dükkanlarına. Elimde kahvem, yanlızlığım ve düşüncelerim, ben onları izlerim. O anlar benim en mutlu olduğum anlardır, çok yakınlarım bunu çok iyi bilir..

Evimde bir sürü minik defterim vardır. Artık hangisini kendime yoldaş ettiysem, benimle çantamdan gelir. Kalemle buluşunca sol elim, o akıştan mutlu olurum kağıda yansır düşüncelerim, düşlerim.. Her ne kadar elektronik bir ortamda temize çekip, bloguma yerleştirsem de yazılarımı, ben o yazıma baktığım zaman bile duygularımı hissederim. Sakinmiyim, sinirlimiyim, yazıyı mutlu son ile bitirmiş miyim?

Yıllarca günlük tuttum. Hiçbirinde sadece o gün ne yaptığımı yazmadım. Bir günlüğümü ölen köpeğim, Arap’ın elimi tutarken bir fotoğrafıyla bitirdim. Sonra yıllarca yazamadım. Arap kötü bir sonla ölmüştü. Çok küçüktüm, kızdım, öfkelendim hayata ama çok daha fazlası üzüldüm, belki de kendimle yüzleşemedim.

Sonra yeniden yazmaya başladım. Arap'a adadım yeni günlüğümü, onunla başladı ilk sayfam. Bu sefer kelimelerimi daha çok severek, onlara tutkuyla bağlanarak yazdım. Aşkı yazdım, gençliğimi, deli dolu hayallerimi.. Sonra, çok sevdiğim bir adamı kaybettim. Defteri onun bana yazdığı son notu yapıştırarak, kapattım. Bir daha asla açamadım.

Benim yolum sonra başladı. Nedenlerim, niçinlerim. Sorduklarım, cevap bulduklarım, durduklarım, kaçıp, döndüklerim.. Cevaplarımı bulmam, bunun bir yolculuk olduğunu anlamam. Yaşamı anlamlandırmam, ayakta durabilmem. Yoga ve reikiyle tanışmam o döneme rastladı.

Şimdi tekrar yazıyorum. Yazmak bir tür iç döküş gibi, yazarken öğreniyorum kendimi. Yazarken büyüyorum. Yazarken, bakıyorum içime, iç aynalardan yansıyanlara, yansımama.. Bazen hiç kolay olmuyor yazmak. Kendimle savaştığım oluyor, kelimelerle aramı yapıp, barıştırıyorum kendimi kendimle... Meydan klavye, savaşan ise kalbim ve aklım oluyor. Yazma esnasında, can çekişiyor bazen ikisi de.. Ama sonunda, barışıyorlar her seferinde..

İyi yazdığımı asla savunamam. Ama ben bu çabayı seviyorum. Kim ne derse desin, bana iyi geliyor. Yorum yazan, yazmadan okuyan tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Beni yüreklendiriyorlar her zaman varlıklarıyla... Ama sadece kendimi ve yazdıklarımı düşününce, iyi birşey yazmak değil asla kaygım, sadece yazmak, akmak olduğunu anlatmak istiyorum. Bir yanım böyle şifalanıyor. Anladığınızı biliyorum.

Çokca okuyorum sonra. Diğer blogları okuyorum. Mutlu oluyorum. Yüreğime dokunan, yüzümü gülümseten kelimelerin arasında, hayatın renklerini ve güzel yürekli insanları görüyorum. Onlara ve bu yüzleşmedeki başarılarına yürekten saygı duyuyorum.


Fakat, bugün olduğu gibi canım acıyor bazen. Alt satırlarda en rafine anılarınızı, gözlemlerinizi, kararlarınızı gizlediğiniz bir yazıyla başka bir blogta karşılaşıyorsunuz birden... Tamam, ben bunları paylaşmak için burada yayınlıyorum. Bloğumun altında da yazıyor zaten, “ Blog adresimi ve ismimi kullanarak alıntı yapan tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum “ ve gerisini takip etmiyorum. Ben Orhan Pamuk değilim, biliyorum. Ama öyle olmuyor. Yüzyüze geliyorsunuz kendinizle, duygularınızın sahibi başka biri olmuş. O sancıları, o kararları başka biri çekmiş. Ve bu sadece 2 dakika sürmüş. Sağ click, copy, paste... Bir anda kendinize yabancılaşırken, en şeffaf halinizi başka birinin üstünde görüyorsunuz. O yazıyı yazarken ne ağlamıştım ben.. Neler geçmişti aklımdan, nelere gülümsemiştim, ne hayaller barındırıyordu içinde bilirmisin ? Neyi sildim yazarken, neyi düzelttim, ne ekledim ? Biz alıntı yaptığımız görsellere yazı altında linkler gösterme özenini bile gösterirken bir de, bunu görmek canımı acıttı bu gece..

Ekşi sözlükte : Edebi hırsızlıktan şöyle bahsediyor.
"aslinda muthiş bir iltifattir yazara.. onun yazdiklarini o kadar beğenmistir ki, o kadar hayran kalmistir ki çalan kisi, sadece okumakla yetinmemiş, tamamen kendisinin olmasini istemistir. altinda kendi ismi bulunmasini ve bununla gurur duymayi istemistir. bir yazara bu denli kiskanilacak bir eser yaratmis oldugunu baska turlu nasil ispat edebilir?dusunun ki yarattiginiz her ne ise, onu, sahip olmayi isteyecek derecede buyuk bir tutkuyla begenmis.. iltifat ediyor aslinda size.. sinirlenseniz de uzulseniz de, sonunda kendinizi yipratmaniza gerek yok... o bunu üretemeyecek, hicbir sey üretemeyecek.. ve siz yaratmaya devam edeceksiniz. ne de olsa kökü sizde.

Ben böyle düşünemiyorum ne yazık ki. Ben herkesin kendi duygu ve düşüncelerini barındıran herşeye saygı duyarım, eğilirim önünde, cesaretini kutlarım. Ama bu bana öylesine çirkin geliyor ki, anlatamıyorum. Birisi meditasyon odanıza kirli ayaklarıyla girmiş, bunu da kendine hak saymış sanki..

Yazıların içine linkler mi gizleyeyim ? Yazdıklarıma, kökü bende nasıl olsa diyip yaşadıklarıma sahip mi çıkmayayım ? Yoksa artık hiç yazmayıp, hepsini kendime mi saklayayım?

Bunları düşünürken, yine kendime dönüp bakmak oluyor yaptığım ve soruyorum..
Ben bir yerde hata mı yapıyorum? Neyi görmem gerekiyor?
Cevapları gerçekten bulamıyorum...
.
Peki o hırsız kalemler, soruyorlar mıdır sizce de kendilerine ?
Ben ne yaptım, bunu yaparak birinin canını acıttım diye?
.
.
Görseller : 1 /2

11 Ocak 2009

Rüzgar Bizi Taşıyacak...

... "ben, bir başkasıdır."
Arthur Rimbaud


Hayatı yaşadıklarımızdan ibaret sanmak, kapıdaki delikten gördüğümüzü hayat sanmakla bir aslında. Sen Okyanuslardaki su damlasısın, ciğerlerine çektiğin havanın bir parçasısın, toprakta kök salan ağaçtan farkın var mı?

Bulutlar uzak değil... Başını kaldır...


Ben kelimesi ve anlamı, sizden ben'i ayırır, evrenle arama sınır çizerim onunla... İçini doldururum tüm ben dediklerimin... Bilge kılarım onu, akıllı kılarım bazen, Ben olduğum zaman özgürümdür. Ben Ben Ben..

Her birey karakter inancıyla yüklenmiştir. İsmimizden önce gelir Ben.. İsmimizi unutabiliriz ama Benliğimizi –Ben oluşumuzu unutmayız. Tüm “Ben” dediklerimizi satarız, ona buna..

Ben, “benim”demekten bir adım uzak, "bencile" üç adım yakındır. Bizim yarattığımızdır. Beni senden ayırandır. Sen sensin, Bende ben...

Ona duyular, hisler vermiş, bir sürü meziyetle bezemişizdir. Okullar okutmuş, idealler biçmişizdir. Davranış biçimleri geliştirmiş, alışkanlıklar edindirmişizdir. ”Ben affedemem kolay kolay.”, “Ben aniden sinirlenirim öyle”, ”Ben çok duygusalım” diye tanımlamışızdır kendimizi çoğu zaman.. ”Biliyormusun Bende ...”, “Bence doğru olan..” diye de devam etmiştir konuşma...

Hiç kimsenin bilmediğidir aslında o. Hep anlatmaya çalıştığı aynı zamanda. Çok kolay olmamıştır “Ben’i” anlatmak... Karışık olmasın ama basitte olmasın diye, sadeleştirmeye çalıştığımız tanımlama Ben olmamıştır diğer yandan da...

Ben ne kadar önemliyse, o kadar uzak düşmüşümdür başka şeylere... Doğaya, hayvanlara, yaşama ve diğer insanlara... Ama Ben tüm bunlardan uzakta, hala eser bırakmaya çalışmaktayım bu hayata... Hırsla, öfkelenerek, sevgisizce, yarışarak, kızarak diğerlerine veya sana yada sana...

Bir hayvanın Benden daha değerli olduğunu kim söyleyebilir. Sokakta gördüğümde kışt kıştlarım onu, kötü davranırım! Bir ağacın Benden değerli olduğunu kim söyleyebilir. Üzerine çiviyle ilan asarım! Bir insanın Benden daha değerli olduğunu kim söyleyebilir. Onu öldürebilirim bombalarımla, ister çocuk –ister hasta !!

Herşeyi “Ben” kavramı içinde bencilce yaşarız. Sınırlarımız vardır, Ben ile diğerleri arasında... Bilir misiniz kadim öğretilerde “Ben” kullanılmazmış Hindistan’da..

Halbuki bedenlerimizin içinde kocaman ruhlarımız var. Tanrının bir parçası özümüzde.. Hepimizin ona yolculuğu, ona ulaşmak dileği hayat boyu. Ne zaman içimizde sevgi hissederiz, bedenimizi unutur yayılır ruhumuz.. Ne zaman gözyaşlarımızı tutamayacak kadar mutlu oluruz, ruhumuz büyür, özümüzü hissederiz, hayata ve herşeye sarılmak isteriz. Bizim gerçeğimiz budur aslında, tüm Ben'lerin üstünde ve bedenlenmiş ruhlarımızın derininde...

Biz bu doğanın bir parçasıyız. Çimlere yatın kapatın gözlerinizi beş dakika..Toprak olursunuz o anda... Gökyüzüne bakın, bulutlardan biri olduğunuzu hissedin. Sokakta, yanınıza yanaşıp bacaklarınıza sürtünen sokak kedisinden bir parça yok mu sizin de içinizde... Tüm insanlarda, gördüğünüz nedir peki sizce ?

Hepimiz aynıyız. Bugün bırakalım Ben’lerimizi, aramızdaki sınırları silelim. Bugün ben değil, biz olalım, BİR olalım. Toprak olalım, gökyüzü olalım, okyanuslardaki dalgalar ya da... ağaçlar, kuşlar ve bizi çevreleyen hava... Sevdiklerimiz olalım, sokaktaki adam... Küçük kız olalım camdan bize el sallayan..

Bedenimizden yukarda, daha büyük bir algıyla bakalım hayata ve varoluşumuza... Dünyayı yaratalım içimizde, Bir’lik bilinci içinde... O zaman aramızda olmayacak kavga... O zaman daha çok gülümseyebileceğiz dünyaya ve hayata... O zaman gelecek barış, o zaman anlam kazanacak insan olmak ve nefes almak...

Biz bugün unutalım isimleri, Ben Ben dediklerimizi...
Zaten Ben kimim ki?
" Sensin o"demeli bu sorunun karşılığında...
Çocuklar der ya, suçlanınca hani..

Ya da
ha sen ha ben
farkeder mi....?

___Brajeshwari /09.01.2009
.

Müzik şöyle der....

je n'ai pas peur de la route
faudrait voir, faut qu'on y goûte
des méandres au creux des reins
et tout ira bien làle vent nous portera......

ya da şöyle der...
yoldan korkmuyorum
tadına varmak, görmek gerekecek
göğüs boşluğunda zikzaklar
ve herşey iyi olacak .
..orada
rüzgar bizi taşıyacak
büyük ayı’ya mesajın
ve yarışın yörüngesi kadifeden
yumuşak kısacık bir an
hiçbir şeye yaramasa da
herşey yok olacak
... taşıyacak BİZİ rüzgar
.
.
Görsel buradan alınmıştır. Şarkı (la vent nous portera-Noir Desir)


07 Ocak 2009

Eğer ile Meğer

Eğer ile Meğer evlenmiş,
boy boy “Keşke”leri olmuş...



Eğer bugün ben bu hayatı seçmeseydim, kim olabilirdim.
Eğer kendimi değiştirebilseydim, nasıl biri olurdum.
Eğer, bugün geriye dönüp yaptıklarıma baktığımda onları değiştirme gücünü bulsaydım, şimdi nerede olurdum.

Biz "zamanın" çocuklarıyız. Yol geçmişten başlar, geleceğe gider. Aralarda durulur, eğer denir, sorular sorulur. Sonra, geçmişten bazı parçalar meğer ile çözülür. Hayatımız boyunca boy boy keşkelerimiz olur ve sık sık Şimdi'ler unutulur.


Herkes birbirinin cevabını bekliyordu. “Hayatında neyin olmasını istemezdin” ortada dönen soruydu. Amerikada yaşayan arkadaşım, hayatında “Özlemek duygusunu” çıkarmak istedi. Çok özlüyordu çünkü ailesini, arkadaşlarını, vatanını... Başka bir arkadaşım “Ölüm” dedi. Onun da kendine göre geçerli nedenleri vardı. Ben “Keşke'leri” çıkarmak istedim. O zaman bütünü göremediğim için, uğraşıyordum keşkelerin geri döndüremedikleriyle...

Evren bu ya, öğretmek için çarklarını çevirmeye başladı yararıma. Keşke dememek adına, muthiş bir oto kontrolum vardı ilk başlarda. "İki kez düşün, kesin karar ver, eminmisin" diye kendime sorarak başlıyordu her eylem. Böylece herşey kontrol altındaydı. Ama çokta keyifsizdi. Çünkü olasılık hesaplamak, anın ve olayların tadını çıkarma yetilerini kaybettiriyor bir zaman sonra insana...

Geriye dönüp, Keşke'lerime baktığımda, aslında hepsinin beni bir yere getirdiğinin farkına vardım. Bunu anlama sürecim uzun ve zor oldu. Değiştiremeyeceğim şeyler için, kendini güçsüzleştirmekti yaptığım, Keşke’ydi oyunun adı.. Silkelendim.

Hepimizin bir nedeni var. Yaşadığımızın, yaptığımızın ve gördüğümüzün. Bazen duruşlarımızın, söylediklerimizin. Yolculuğumda “iyi ki” eşlik ediyor artık bana..

Aklıma keşke diye başlayan bir cümle geldiğinde, “öyleyse” - “ belki de” ile değiştirmeye çalışıyorum cümlemi. Bu beni harekete geçiriyor. Sevgili Haşim Arıkan tarafından "Hayatı- nızdaki Kontratlardan Hangisini Değiştirirdiniz ?" diye mimlendim geçen yılın son aylarında. Bu mim benim “Keşke” lerimi hatırlattı aslında..

Keşke daha çok sonuç odaklı bir kariyer çizseydim kendime dediğim oluyor.
Kariyer nedir Burcu öyleyse ? diyorum sonra.. Belki de yürüyorsundur şimdi farkında olmasan da...

Keşke daha net durabilseydim hayatımdaki bazı insanlara karşı diyorum bazen..
Ama iyi ki yaşamışım dediğim, hayat tecrübelerim olmazdı o zaman da...

Keşke bazen içimden sinirlenmesem beni seven insanlara...
Fakat onlara sinirlenmezsem, kendimi tanıyamam ki diyor bir yanım sonra..

Keşke daha cesur olsam, hayalini kurduğum o minik sahil kasabasında yaşamaya..
Belki de buradaki görevim bitince, yaşacağım 40’lı yaşlarımda ?

Bazen disiplinsiz hissetmesem keşke kendimi...
O zamanda belki durup dinleniyorumdur, güç kazanıyorumdur aslında kim bilir?

Ben Hayat kontratımdaki herşeyi çok seviyorum. Herşey hayatın getirisi bir nedenle karşımda. Onu keşkelere yormak, benim bu dünyadaki varlık nedenimi anlamamak olur.

Burçlarımız bile değişmiş baksanıza. Mesela ben güya titiz bir Başak burcuyken, artık Aslan Burcu olmuşum. Farkındaydım aslında, ne zamandır bende bir değişiklik var diyordum. Daha güçlü hissediyorum uzun zamandır kendimi. Aslan Burcuyum artık, Aslan Burcu: ) Burcum bile değiştiğine göre, bende değişiyorum. Kontratlarım da değişiyor belki de. Tüm keşke'lere, asla'lara rağmen biz ne yaparsak yapalım evren ile beraber değişiyoruz bizde...

Amerika'da adamın biri yeni ayakkabasıyla işe gidiyor. Fakat, yeni ayakkabısı tüm yol boyu ayağını vuruyor. “Keşke, bu ayakkabıyı giymeseydim” diyor devamlı içinden. Acısı arttıkça, keşkeleri artıyor. Ofisine girmeden eczaneden yara bandı alıp, tüm gününü acısız kotarmaya karar veriyor. Her gün yürüdüğü yoldan, eczaneye doğru yapılan bu rota değişimi, onun işine 30 dakika geç kalmasına neden oluyor. Günlerden 11 Eylül, yıllardan 2001, İş yeri World Trade Center...

Muhtemelen o günden sonra adam, “İyi ki” lerle anıyor o günü ve yeni ayakkabısını ona giydiren nedeni... Öyleyse diyordur belki de, hayata ve akışta karşımıza çıkanlara daha çok güvenmeli, acılara rağmen, talihsizliğimize sığınmadan, bazen rotayı değiştirmeli, geç kaldığımızı sansakta, vardığımız değil, yaşadığımız an önemli...


Görsel buradan alınmıştır.

NOT: "Hayat kontratlarınızdan neyi iptal etmek, neyi değiştirmek isterdiniz? mim konusunda Sevgili Nilambara'nın, Geveze Kalem'in ve Mehtap'in çok güzel cevaplar vereceğini düşünüyorum. Heyecan ile bekliyorum, eğer yazarlarsa, keşke yazsalar diyelim hepberaber...

04 Ocak 2009

Rüyaya Uyanmak...

*
Neden uykudan uyanıp yeniden dünyaya döndüğünüzde, hemen her zaman büyük canlılıkla, rüyanızın sizi bırakıp, giderken keşfedemediğiniz bir bilmeceyi de yanında götürdüğünü hissedersiniz acaba? Rüyanın zırvalığı sizi güldürür, ama aynı zamanda saçmalıklardan oluşan bu örgünün içindeki bu rüyanın içinde, var olan, öteden beri yüreğinizde var olmuş bir şey bulunduğunu da hissedersiniz ?..." Dostoyevski

Gözlerimi kapattığımda teslim olurum uykuya. Hayatta direndiğim gibi “olmaz olmaz” diyerek, uykusuz ne kadar ayakta kalabilirim ki. Bırakırım kendimi, teslim olurum. Başımı alır yastık, usulca susturur aklımı. Üzerimi örten yorgan, sanki auramla bir olur, yamalar boşlukları, ısıtır, tamamlar beni sabaha. Yatağıma uzandığımda, yeryüzünü hissederim altımda, ay ve yıldızlar vardır, bana göz kırpar yukarıda. Uyku “Gün bitti” der, “hadi evine dön ve yenilen”.

Çok rahat uykuya dalarım. Nefesim anahtardır uykuya dalmaya. Sonra yavaş yavaş bırakırım kendimi rüyalarımın yumuşak kanatlarına. Orada gerçek nedir bilmem. Merakta etmem. Sadece yaşarım. Bulutlara binerim, yeşil ovalardan geçerim, uçabilirim rüyamda. Bedenimin ağırlığı yok olur, büyür ve genişlerim. Engelleri kolayca aşarım, mutlu olunca boyumdan yükseklere sıçrarım. Küçülürüm, ufalırım. Harika manzaralara bakarım, bazen geçmiş anılarımdan ufak birşey yakalarım. Sonra onu evirip çevirir, başka bir zamana taşırım. Acıkınca, en güzel yemeklerden tadarım. Koridorlardan geçerim, bazen ışıklara bulanırım. Yeni insanlar tanırım, onları gerçek hayatımdaki tanıdıklarım sanırım. Tüm bunlar ne kadar sürede gerçekleşir bilmem, hangisiyle başlar ve biter, onu da takip edemem. Sonunda rüya biter, uykunun hediyesi bir bilmeceyle sabaha uyanırım.

Rüyalarımda savunmaya geçmem. İkna etmeye çalışmam onları. Açıklamam kendimi. Rolüm yoktur oynadığım, önemsizdir ismim ve hayatta hangi noktada durduğum.. Akar gider rüya, bende içinde onunla akarım. Bazen hiç istemediğim şeyleri görürüm. Bunlar benim gizlediğim, ötelediğim duygularımdır. Ben ne yaparsam yapayım, onları yaşarım. Ama bilirim rüya bir zaman sonra elbet biter, ben uyanırım.

Uyku, Tanrının insanlara hediyesidir.
Cennetten çalınmış dakikalardır aslında..
Rüyalar gerçekliğin gölgeleridir.
Peki Gerçek nedir?

Öldüğümü görürüm ben bazen uykumda. Korkarım, hatta ağlamak isterim. Ama hiç ölen biri hisseder mi öldüğünü? Bu benim bedenlenmişliğimin ve bilincimin oyunlarıdır. Rüyada ölüm yoktur, gerçekte ölüm dediğimiz ve korktuğumuz o hisler de yalandır aslında..

Rüyamı anlatsam, canlandırabilir misiniz gözünüzde benim gördüğümü?... Hep beraber ortak rüyamızın başlangıç noktasına anlaşarak uykuya dalsak, aynı yerde buluşabilir miyiz sizinle? Ben tek başıma uykuya dalarım ve tek başımayımdır rüyamda da.. Üzgünüm ki, oraya kimseyi taşıyamam, ne kolumda, ne de koynumda...

Rüya da sevgi, gerçek hayatta sözlerin taşıdığından çok daha başka bir algılayışta hissedilir. Kalpten hissedersin. Belki o anda gülümsersin uykunda... Sevgide, aldığın verdiğin yoktur, beklentin yoktur. Görmekte ısrarcı olduğun değil, sana gösterilendir Rüya.

Zaman yoktur. Geçmiş ve gelecek yoktur. Herşey akışta ve anın içinde gerçekleşir. Düşlerken düşün içine girersin. Bir adam üstünüze doğru yürümektedir, gözünüz onun ayakkabılarına takılır, bir bakmışsınız kendinize yeni bir ayakkabı almaya dükkana girer rüya...

İçe bir kapı açılır. Hepimiz, her gece o kapıdan girer ve çıkarız günün sabahında... Bazen sorularla yatarız, sabah cevapları almış oluruz. Dikiş makinesinin icadının bir rüyadan çıktığı söylenir. Mucit, rüyasında yamyamlar tarafından yakalandığını görür ve yamyamların mızraklarının ucundaki deliği farkeder. Adam aslında kabus görmüştür. Ama uyandığında makinedeki iğnenin ucuna bir delik açar ve icadındaki son engelde böylece kalkar.

Rüyalarımızı kim kuruyor ve veriyor? Ben! diyebiliyor musun? Diyebildin mi? Rüyalarını hiç kendin tanzim ettiğin oldu mu? Kendi kurduğun rüyayı, onun başlama noktasını buldun mu? diye sormuş Özdemir Asaf, Yuvarlağın köşeleri adlı kitabında....


Günlerdir bunu düşünüyorum.
Uyku bir teslim oluştur aslında. Gelecek olana, düşlere, hayale yada kabusa. Uyanık yaşadığımız Gün değil, belki de uykumuz ve orada yaşadıklarımız gerçek. Gün içinde, hayata ve akışa böylesine teslim olmak, anın içinde kaybolmak ve belki de onu bir rüyaya çevirmek gerek...

İşte o zaman belki uçabileceğiz. O zaman belki engelleri boyumuzdan fazla zıplayarak aşabileceğiz. O zaman belki, sevgiyi katıksız hissedebileceğiz kalbimizde. Vermeyi –almayı unutarak, gülümseyeceğiz. Rollerimizin, kimliklerimizin içinde kaybetmeyeceğiz kendimizi. İkna etmeyeceğiz kimseyi gördüğümüze ve bildiğimize. “Yanımda ol” diye tutmayacağız kollarından başkalarını, bileceğiz aslında yanlız kalmanın korkunç olmadığını.. Sadece yaşayacağız. Yaşarken, tadını çıkartarak anın, manzaralarda dolanacağız. Uçuşacağız, unutup bedenimizin ağırlığını...

Ya kabuslar ! Kabuslar ise elbet yaşanacak. Ama, annemizin çocukken bizi uyandırıp, “Bitti canım, korkma kabustu sadece” dediği gibi, bitecek. Aslında kabusların biteceğini bilsekte, onlar çok şey öğreterek, yüzleştirerek, bize bizden haber verecek her seferinde .

Çözümü arayarak, hesaplarla ve olasılıklarla yaşamayı değil, rüyalarımızdan uyandığımızdaki gibi bilmeceyle yaşamayı öğreneceğiz zamanla. Sonra bir gün en güzel uykumuza dalacağız. Manzaranın en güzeli gelecek önümüze, ışıklara bulanacağız, kuş olup kanatlanacağız. Hangisi gerçek – hangisi rüya ve tüm olasılıklar önemsiz olacak o an. İşte biz o gün, o bilmeceyi çözmüş olarak bambaşka birşeye uyanacağız.
.
.
GÜN AYDIN'lanacak, dikiş makinesinin mucidi de el sallayanlar arasında olacak, yamyamlar delikli mızraklarıyla "Hoşgeldin dansı" yapacak tamtamlar eşliğinde belki de bize, zıp ZıP zıplayarak :)
.
.
Görseller 1 / 2