20 Ocak 2011

Hayatın KATMANLARI





Yaşadığı çamura rağmen saf ve kirlenmeden açar lotus çiçekleri, ışıkla temizlenir yaprakları, aynı yaşamın bizi temizlediği gibi....



Geçen ay Body Worlds sergisinde, tüm vucut derisi titizlikle çıkarıldıktan sonra koluna bir kıyafet gibi asılmış modelin önünde yarım saat zaman geçirdim. Modelin kolundan sarkan derisinin üzerinde, ona- yaşanmışlığına dair izler aradım. Yer yer parçalanmış ayak tabanları, bacak kısmının üzerinde duran minik sarı tüyler, diz bölgesindeki derinin deformasyonu, bir eldiven gibi sarkan ellerin avuç içlerindeki çizgiler,.. büyüleyiciydi. Koca bir katmandı deri... Altında yer alan kasları, sinir sistemini, damar ağlarını, organları, kemikleri saran, koruyan, bir arada tutan...

Bedenin katmanları var. Algının katmanları var mı? ... Peki hayat kaç katmanlı?

.
....
.
Dersin ilk dakikalarında yoga matımda ayakta durduğum an sadece kütle olduğumu düşünürüm. Bedenen ağırlığım, ayakta duruşum, yüksekliğim, kapladığım alan vardır önce sadece... Sonra hareketlerin içinde erimeye başlar bu katman... Kollarımın, bacaklarımın, bedenimin içindeki tüm kasların varlığına, birbirleriyle uyumuna, esnemelerine, daralıp, açılmalarına şahit olurum. Ayak parmak köklerim yeri kavrar, en zor duruşlarda tüm bedenim sağlam dururken sol elimin işaret parmağı titrerken gözüme takılır, boynum uzarken, bakarım sırtımda ona nazikçe eşlik ederek hizalanır peşi sıra.... Bir katman daha açılır, beden somut var oluşundan farklı bir gerçeğe açılır. Göğüs kafesim her nefesle açılır, nefesi bırakışta arınır bir katman daha... Nefes içe doğru yolculuğun büyülü anahtarıdır, onu izlerken yolculuk devam eder. Bir katman daha bırakır kendini o anda... Başka bir katmanda duyguların, yaşanmışlıkların, dokunuşların izlerine takılır bazen zihin, ama tüm dünyevi duyguların senin gerçekliğin olmadığını, sanal bir koruma katmanı olduğunu anlarsın bir aşama sonra... Sonu yoktur bu bırakışın, eriyerek çoğalmanın, sadeleşmenin, azalmanın, katman katman lotus çiçeği gibi açılmanın... Olası bir noktaya varıldığında, bedenin insanı sınırlayan tüm duvarları yıkılır tek tek... Geriye saf, şeffaf, hafif, uçuçu her defasında değişen bir hediye kalır... Öylesine gerçektir ki geriye kalan, elle tutulamaz, tarif edilemez sadece yaşanır. Bazen önemli sandığımız tüm sıkıntının uçuşudur, hafifletir... Bazen hiçliğin, boşluğun içinde salınımıdır, özgürleştirir... Bazen tüm dünyayla, gökyüzüyle, toprakla, insanlarla bütünleştiğini hissedersin, güven duygusuyla dolar yüreğin... Bazen seslenir özlemle sevdiklerin... Bazen de aşk çıkar ortaya, aşka bulanır her zerre baştan aşağıya, içten dışarıya...
.
Doğayı algılayışında katmanları vardır. Bir ağaça bakarken varoluşun tüm izlerini sürebilirsiniz yada onu sadece yeşil-ağaç-odun olarak görebilirsiniz. Algınız ne kadar derin ise, doğaya saygınız artar. Çünkü doğada göz ile görülen gerçeğin gerisinde, başka gerçeklikler vardır. Toprağın bilgeliği, tohumun bilgisi ve tüm bunların ışığında bize söylediği...
.
Müziğinde katmanları vardır. Anlamanın katmanları vardır. Konuşmanın katmanları vardır. Onları boyutsuz algılamak, sığlaştırır bizi...
.
Yaratım sürecinin- yazmanın katmanları vardır. Yaratmak; kendini unuturak, teslim ederek o ulvi güce... Bazen de yaratmış olmak için öylesine...
.
Dokunmanın katmanları vardır. Elini değdirmek vardır bir omuza veya hissederek akar içinden duygu ellerinle dokunduğun adama....
.
Bakmanın katmanları vardır. Sadece bakar olduğunun içinde kör noktalar vardır.
.
Yaşamın içinde katmanlar vardır. Doğmak, yaşamak –ölmek değildir sadece yaşam... Kabuk kabuk soyar bazen bizi, katman katman ayırır... Hissettirir, acı çektirir bazen... Dirençlerimiz bir katmandır, bilinçaltımızın izleri başka bir katman, korkularımız yoğun katmanlar... Yaşamın derinliğinde katmanlar vardır. Her katman bedenin, yaşamın, görünenin ötesinde başka bir gerçekliğe soyunur.
.
En çok birine-birşeye aşıkken katmanlarımızı azaltırız. Çünkü dışarıdan bize yansıyan aşk, içeride tüm katmanların yok olduğu yerde–yaşamın gerçeğiyle aynıdır, benzer... Ona ulaşmak, sahip olmak, bütün olmaktır tek tutkumuz...
.
İyi bir işin, mutlu bir hayatın, sağlığın, huzurun, dostluğun da aşkla ilgisi vardır. Tüm bunları sağladığımız-sahip olduğumuz anlarda zamansız, bedensiz ve özgür hissederiz çünkü kendimizi... Aynı, aşk’ın içine düştüğümüz anlardaki gibi.... Ama hep daha fazlasını isteriz... Doy(a)mayız aşk'a...
.
Gökyüzünün katmanları vardır.
Yeryüzünün katmanları vardır.
Gece bile katmanlıdır.

Aşk ise hep orada...
Tüm katmanlardan sıyrılıp
varmamızı bekliyor O’na....

.
.
.
Brajeshwari / 19.01.2010
.
.
Yazarken bu şarkıyı dinledim..




Dove Coloured Fools / Oil canvas indirmek için tık
Yorumlara göre, şarkıları indirenlerin sayısı bazen göz kamaştırıcı...
Olsun sizi de seviyorum, keyfinize bakın... :)

16 Ocak 2011

Yuvarlak Sorular ve Albinolar


Bende biraz havadan sudan bahsedeyim istiyorum blogumda... Yazma tarzımı da biraz değiştirmek istiyorum. Bu yazı light bir geçiş olur yeni olana... Hem sadece yazmak değil, paylaşacağım şeyler de var aslında...

Son zamanlarda neler yapıyorum? İşaret dilini öğrenme çabalarım hızlı bir şekilde devam ediyor. Murat ile yaptığımız özel dersler dışında, gün içinde konuşmalarımda da ellerimi kullanarak- onları etkin kılmaya çalışıyorum. Çünkü ileride ellerim konuşacak, şimdiden antreman yapmam gerekiyor. Konuştuğunuz –anlattığınız ne ise ellerinizle konuyu desteklemeye çalışın, ne kadar acemi olduklarını göreceksiniz, eğer bu söylediğimi işaret dilinde nasıl anlatabilirim diye merak ederseniz, o zaman hemen benim yaptığım gibi işaret dili sözlüğünü indirip, bakabilirsiniz.

Bazen internette o kadar çok yazı okuyorum ki, okuduğum yazılarda yeni ingilizce kelimeler öğrenip bunların türkçe karşılıklarını düşünüyorum. Mesela Solipsist: kendisinin gerçekten varolan tek şey olduğuna inanmak anlamı... Başka bir açıklamayla; diğer insanlar ve evren, herşey sadece hayal gücünde vardır, onları hayal etmeyi bırakırsan, var olmayı keserler düşüncesine sahip olmakmış. Bu biraz kendini fazlasıyla önemsemek gibi görünse de, her insan biraz solipsist değil midir? Bunun üzerine çok yazılar, öyküler yazılabilir.

Öğrendiğim yeni kelimelere başka örnekler: Dysania: sabah yataktan kalkma zorluğu, Petrichor: yağmurdan sonraki toprak kokusu, Philophobia; aşık olma korkusu, Hypophrenia: nedensiz üzüntü hali demekmiş. (Bunların türkçe tam karşılıkları var mıdır? Konu hakkında bilgisi ve fikri olan varsa yazar mı? Sizinde bunlar gibi örnekleyeceğiniz kelimeler varsa benimle paylaşır mısınız?)
.
Beni şaşırtıp, farklı olan şeyler ilgimi çekiyor. Bunlardan biri de albinolar... Çok güzel geliyorlar bana... Ama hikayeleri ne kadar az, sanki beyazlıkları gibi görünmez her biri... Albinolar saçlarını boyuyabilir mi? neden aklıma düşüyorsa böyle şeyler, merak ediyorum. Bunu araştırırken albino sincapları koruma derneği, albino afrikalılara, albino tavuskularına, orangutanlara, Tanzanyadaki Albino futbol takımına kadar bir sürü fotoğrafla karşılaştım.

Bu meraklarım dışında, çocuk ve gençlik yogası eğitmenlik sertifikamı International Yoga Federation imzalı tekrar almam için bir takım ödevler yazıyorum. Aklım hep çocuklar için çalışıyor. Yazma, hikaye kurma, oyun oluşturma kısmı harika geçiyor fakat yarım saatlik 8-15 yaş arası gençlik yogası dersimi videoya kaydetmem gerekiyor. 8-15 yaş arası çocuğu olan İstanbullu bloggerlardan, çocuklarını yoga yaptırmak için ödünç alabilir miyim? Eğer “olur” derseniz, bana bir mail atabilir misiniz?
.
Evvelden beri zumbaracıymışım da haberim yokmuş? Hayatımı yıllardır yoga, masaj, reiki, fotoğraf çekmek gibi hobilerimle sürdürebilmek isterim. Para kazanma gerçekliği bir yana, sevdiğiniz şeyleri yapmaktan keyif almak diğer bir yana... Zumbara kısaca” para yerine zamanın kullanıldığı bir paylaşım sitesi”... Mesala yoga dersi mi almak istiyorsunuz, siteye üye olup yoga dersi verdiğini ilan eden birinden yoga dersi alabiliyorsunuz. Aynı şekilde sizde mesela çok iyi photoshop mı biliyorsunuz? Bunu hizmet olarak ilan edebilirsiniz. Daha açıklayıcı bilgi için lütfen Zumbara adresini ziyaret edin veya şu videoyu izleyin, ilginizi çekiyorsa beni zumbarayla tanıştıran şu yazıyı da okuyun derim.

Bu aralar sık sık internette kendimi kaybederek fotoğraf tarıyorum. Sevdiğim, beni düşündüren, gülümseten fotoğrafların olduğu kocaman bir arşivim var. Onları burada paylaşarak sizinde düşüncelerinizi almak isterim. (Malasef fotoğrafın kime ait olduğunu yazmadığım için kaynak gösteremiyorum.)
.

Bu fotoğrafı her gördüğümde gülümsüyorum. Bunun bir kurgu olduğunu düşünmeksizin, ne konuştukları hakkında binbir şey düşünüyor, işin içinden çıkamıyor, karar veremiyor ama fotoğraftan sızan dostluktan her seferinde çok etkileniyorum. Siz neler hissettiniz?
.
.
Yıllarca yazılarımı paylaşırken çok keyif alarak yorumlarınızı okudum. Artık hayatın bana öğrettiklerini yazmanın dışında, bu tür şeyleri de sizlerle paylaşarak hayatımın içinde olmanızı istiyorum.
.
Güzel bir hafta geçirelim...
Sevgilerimle...
.
.
Brajeshwari / 15.01.2010


Crowded House / Four seasons in one day... indirmek için tık!



10 Ocak 2011

Konuşan ELLER...


Ellerinize baktığınızda ne görürsünüz? Onlar nasıl hizmet ederler bizlere? Ellerin bir hafızası olsa, anlatsa nasıl bir hikaye çıkar acaba? Onlar bazen sadece araç hayatın içinde, bazen gerçekten aktarıcı gönülden geçenleri iletmeye,.. yaratarak, yazarak, dokunarak.....
.
Hamur yoğuran bir kadının elleri, kadının marifetinin dışında, hamura neler katar kimbilir... Karnı ağrıyan bir çocuğun annesinin dokunuşu ilaç kadar etkili değil midir?
.
El'in ne çok anlamı var, ne çok atasözü ve deyim üretilmiştir el ile ilgili... Aristo el için “araçların aracı” demiş. Yaşamın tanığı, en sadık hizmetkarlar, beynin en önemli uzuvları ve en yalansız olanı... Elini uzatırsın ilk tanıştığın insana, el sallarsın senden ayrılana, bi elini savurursun bazen boşver manasında, elini koyacak yer bulamaz bazen insan heyecanlanınca... Görmeyenin gözleridir, duymayanın sesi-dilidir eller...
.
Şehrin en gürültü saatinde, bir cafeye oturuyorum. Yoga dersinden yeni çıkmışım ve ders sonrası hissettiğim huzuru sindirmek için bir çay alıp, görünmez oluyorum düşüncelerimin içinde... Ellerime bakıyorum. Tüm ders, parmaklarımın kocaman açılıp, matı kavrayışı, yere köklenmesi ve hareketin içinde beni dengede tutuşlarının sızısını hissediyorum avuç içlerimde... Sanki bu ders fazlasıyla ellerime yaramış gibi... Enerjileri temizlenmiş, nötrlenmiş, hafiflemiş, esnemiş, gerinmiş nefes alıyor yepyeni adeta ellerim... O an telefonuma bir mesaj düşüyor. Sanki her şey doğru kurgusuyla ilerliyor, tam ben bugün ellerimin bunca farkındayken... “Bugün buluşalım mı?” diyor mesaj... “olur,saat 5.30 uygun” yazıyorum parmaklarımla tuşlayarak...
.
Hikayenin başı aslında şöyle başlıyor. Aylar önce Ankaradan İstanbula dönüş yolundayım. Otobüs koltuğunda ellerime bakarken, kalbime düşüyor bu istek önce... Zihin habersiz... Bilirsiniz, kalbe düşünce ateş, o artık evrene teslim edilmiştir... Kalpte ateş büyür, evren sizin için çalışmaya başlar...
.
Güzel arkadaşım Pöti ile buluştuğumuz başka bir akşam, sohbetin içinde nedensiz sese dönüşüyor içimdeki ateş... “Ben işaret dili öğrenmek istiyorum” demiş oluyorum sadece paylaşmak adına... Öyledir ya işte, evrenin sizin için çalıştığının tebessümü... “ Bizim şirkette Murat var, işitme engelli, ders veriyor, senin için sorayım mı?” Ben soru sormadan cevap veriyor Pöti’min aracılığıyla evren bana... İçimdeki isteğin, heyecanın, mutluluğun arasında gülümsüyorum yollarımın açılışına... ”Tamam” diyorum mutlulukla... İşte hikaye böyle başlıyor...
.
Kocaman sesli harfler, gürültünün arasında, sessizliğin minik elleri geliyor aklıma... İşitme engelli çocukları düşünüyorum. Onların ses olan ellerini... Dünyayı tanımak, kendilerini anlatabilmek, dokunmak adına işaretler ile elleriyle ördükleri kelimeleri... Seslilerin dünyasında kendi sessizliklerindeki aydınlık yüzlerini...
.
Sessizlikte durabilmek cesaret ister. O cesur çocuklara anlatacak çok hikayem, oyunlarım var benim... Onlarla yoga yapmak istiyorum aynı şimdi çocuklarla beraber yaptığım gibi... Arının hikayesini, korsanların maceralarını, korkak kaplumbağanın cesaretini anlatmak istiyorum onlara da... Oyunlar oynamak, duyamadıkları kendi kahkahalarını kulaklarımla değil, kalbimde duymak istiyorum aslında... 35 yaşıma kadar öğrendiğim tüm kelime ve sesleri bırakıp, onların dilini öğrenmek için Murat’ı beklerken oturduğum bankta bu istekle yanmaya devam ediyor kalbim...
.
Murat beni eliyle koymuş gibi buluyor. Dedim ya, evren yine yardımcı oluyor. Yan yana yürüyerek, oturacağımız mekana doğru ilerliyoruz. Murat dudaklarımı okuduğu için, yan yana yürüyüşlerimizde yüzüme bakıyor devamlı... Ne kadar unutulan birşey, yüzüne bakarak, gözlerinden anlamak, dudaklarından dökülen sözcüklerde izlemek bir insanı... Oturduğumuz gibi sohbet etmeye başlıyoruz. Murat; kendiyle barışık, öz güvenli harika biri, tanıdığım, bildiğim biri gibi... Zekasına, rahatlığına, samimiyetine, cesaretine hayran kalıyorum. Konuşurken yavaş ve vurgulu konuşmaya çalışıyorum. Söylediklerim dudaklarimdan dökülürken, ses ve vurgular beynimde yankılanıyor. Sesimi düşürüyorum en alçağına, Murat beni yine anlıyor. Sanki konuşmasam, yine anlayacak gibi gülümsüyor her defasında...
.
Sohbetimiz bittiğinde, dersimize başlıyoruz. Ben çoktan bana maille yolladığı alfabeyi çözmüş olduğum için, üzerinden geçiyoruz harflerin... Sonra sayıları, zaman tanımlarını öğreniyor, minik cümleler kuruyoruz beraber... Ben küçük bir çocuk bilinciyle, daha çok daha çok öğrenmek istiyorum. Bir an önce seslerimizi unutup, ellerimle anlatmak istiyorum herşeyi...
.
Aralarda sohbetimiz devam ediyor. O kadar çok şey yapmak istediğini anlatıyor ki, o hayallerini anlattıkça bende çoşkuyla doluyorum. “Yok böyle bir Dans” programının tüm geliri, işitme engelliler için yapılacak bir okula gidecek. Ama niye işitme engellilerde dans etmiyor o programda” diyor ve ekliyor ”Ben Tango, salsa biliyorum”... Hak verirken, hayranlıkla dinliyorum onu... “İşitme engellilerin oluşturduğu korolar kurmak istiyorum, tiyatro oyunları hazırlamak..” diye devam ediyor. Tanrı bana, benim gibi hayalleri olan bir aracı yollamış diyor içim bunları dinlerken...
.
“peki bana bir şarkı söylesene” diyorum hayallerinden biri olan şarkı söylemeyi duyunca... “ Son bir sigara içelim, yavaş iç, öyle git gideceksen...” diye şarkıyı sessizce mırıldanıyor. Sözler tamam, beste az çok yerini tutuyor. Ama aklımda sadece, şarkının sözlerinde geçen “ yavaş iç” kısmı kalıyor, onun şefkatle elinin üstüne dokunarak yavaş kelimesini işaret diliyle gösterişi kalbime dokunuyor. “Nasıl dinliyorsun” bunları diyorum. Kulağında bir kulaklık var Murat'ın... Sesleri algılamasına yardımcı olan bir kulaklık... Müziği sonuna kadar açıp, sözleri de internetten bakıp şarkıcının dudaklarını okuyarak dinlediğini anlatıyor. Dinlediğim, sözlerini ezberlediğim tüm şarkıların kolaylığı aklıma geliyor.
.
Dersimiz bittiğinde bir kırtasiyeye gidip, bana bir defter alıyoruz. Defterime ders notlarını yazmak ve bu defteri de onunla seçmek istediğimi söylüyorum. Bu sefer yine yan yana ama kol kola yürüyoruz. Yoldan geçen bir motoru farkedip, beni geri doğru çekip “Dikkat” diyor. “Motorun sesini mi duydun” diyorum. Hem önümüzdeki arabanın aynasından gördüğünü, hemde duyduğunu söylüyor. “Nasıl bir ses duydun” peki diye soruyorum. Sorum, onun kulaklığı yardımıyla ne kadar duyduğunu anlayabilmek adına... Bana şöyle cevap veriyor..” Gerçek anlamda duymak nasıl birşey bilmediğim için, sana tam cevap veremem. Bir ses hissettim sadece" diyor... Bunun üzerine başka soru soramıyorum. Gerçekten duymanın ne demek olduğu üzerine onun kadar sessizliğe bürünüyor içim çünkü... Koluna daha sıkıca tutuyorum.
.
İsteğim üzerine, Murat yeni defterimin ilk sayfasına tanışmamıza, bugüne dair bir not yazıyor. Defterimi kapatıp, sonra dolmuş durağına geçiriyor beni... İşaret diliyle “Çok güzel bir gündü, teşekkür ederim” diyor. Ben önce ellerimin acemisi, sesli olarak söylediği şeyi tekrar edip, sonra işaret diliyle ilk tam cümlemi kuruyorum. Sarılıp, ayrılıyoruz. Dolmuş hareket ettiğinde defterimi açıp, yazdığı notu okumaya başlıyorum. Yüzümde kocaman bir gülümse, kalbim sıcacık oluyor...
.
Gece yatağıma yattığımda yiğenim Defne'nin uyumadan önce ellerini kullanarak, o sıralarda öğrendiği herşeyi bilinçsizce peşpeşe yapışı aklma geliyor. Tel sarar Defne derken ellerini çevirmesi, kaç yaşındasın dediğimizde bir işaretini parmağıyla gösterişi , gel diyişi... Bende uyumadan önce öğrendiğim herşeyi aynı Defne gibi hatırlayıp yapıyorum, en sonunda evrene, mucizelere, aracı olana, gönlüme ateşi düşüren ve yardım eden O’na işaret diliyle teşekkür ediyorum.
.
Ellerim kalbimin üstünde uykuya dalıyorum....


Brajeshwari/ 8.01.2010
.




Imagine Glee from Daniel Reigada on Vimeo.