18 Haziran 2007

Eşyanın Doğası Gereği


Aslında yanliş bir başlık oldu bu.. Ama yazıma bu başlığa uygun gördüm.. Ayşe Arman gibiyim.. Böyle yazarım, yazdığım gibi olanı da uygun görürüm stili..

“Eşyanın doğası (tabiatı) gereği” lafını her yerde duyarım ama niyeyse bunu açıklayacak bir paragraf bulamadım. Hani öyle şeyler vardır ya ne olduğunu bilmezsiniz ama anladığınızı sanırsınız.. Bu tabir genellikle evrendeki herşeyin değişken olduğunu anlatmak için kullanılır, aslında son derece bilimsel bir yaklaşımla söylenmiş bir sözdür. Zira eşya kıpırtısız dursa da, barındırdığı maddenin en küçük yapı taşları ha bire kıpırdar durur içinde için için..

Benim yazmak istedigimse “eşyanın ruhu” varmıdır.. Doğaya çıktığımızda ağaçların bir ruhu olduğunu, çiçeklerin bize selam verdiğini düşünürüz de, niye bir eşyanın ruhunun olması, delilik olarak görülür.. Bu evrende olan herşeyin bir ruhu vardır bence.. Düşük enerjili yada değil..

Universite yıllarımda çok sevdiğim bir arkadaşım vardı.Kendisi o kadar sevgi kelebeğiydi ki, çayına koyduğu şekeri bile sevgiyle üfleyerek ikiye ayırdığını söylerdi. Bu kadar hassas bir yüreğin, böylesi bir dünyada çok üzüleceğini düşünürdüm hep.. onunla beraberken,yüzümde tebessümüm hiç eksik olmazdı.. Üzerine çay döktüğü sandalyeden özür diler, çizim çantasına isim takardı.. Sınıfta ne arıyorsun diye soranlara, kalemimi dediğini hiç duymamıştım.. Mutlaka o kaleminde bir ismi- bir ruhu vardı .. Tabi herkes onun bu haline uyum sağlayamasa da, tatlı bir insan diye düşünürlerdi kendi hayal dünyası içinde yaşayan..

Bende son zamanlarda eşyaların gerçekten ruhunun olduğunu düşünüyorum.. Evinizdeki koltuğun size o ferahlığı vermesi de, giydiğiniz ayakkabının rahat oluşu da o ruhun size yaşattığı bir konfor diye düşünüyorum.. Yoga hocam, enerjiniz değiştikçe kullandığınız elektronik eşyalar sizinle uyumlanamayıp bozulabilirler demişti. Bunun üstüne bize “bu eşyalara tekrar kendinizi tanıtın” demişti. Pek anlayamamıştık belki de bunu ilk duyduğumuzda.. Ama düşününce doğru olduğunu görüyorum. Güçlü’nün bilgisayarındaki sorunu ben halledemiyorum, o da benim bilgisayarımdakini.. bunu en kolay böyle örneklendirebilirim. Bununla ilgili İrem ile konuştuğumuzda, o da evindeki her eşyaya kendini tekrar tanıttığını anlatmıştı. Bizde Güçlü ile aynı şeyi yaptık. ”Merhaba tost makinesi, biz senin aileniz”.. ”Merhaba Buzdolabı, Naber”... Tabi bunu yaparken hayli eglendik. Onlar selamımızı alırken, sırf bozulup bizi zora sokmasın diye konuşmaktayız biliyorlarmıydı pek emin değilim. Genelde bozulunca konuşulur çünkü “ hadi be bozulacak zamanı mı buldun “ diye.. Bunu hiç söylememiş ve “ eşyadır bozulur” diyebilmişseniz, sizin için eşyaların bir ruhu yok. Ama ben biliyorum, arabası bozulunca tekerleği tekmeleyen adamlar çok gördüm .. Halbuki arabasını dinlese diyor işte " içimin yağları kirlenmiş, balatalarım haşat, ne vuruyorsun tekerleğime tekerleğime"..

Bu ruhu biz katıyoruz onlara diye de düşündüğüm çok oldu.. Mesala annemlerin evindeki deri koltuğu sevmeye çalışsamda benimle hiç iyi anlaşamadı. Koltukta otururken yatar pozisyona geçiş yaparken, deri yüzeyin verdiği matlıktan ses çıkıyor, ayrıca yaz aylarında teniniz koltuğa değince rahatsız ediyor ve hiç rahat bir koltuk değil kendisi. Ama babam ile iyi anlaşıyorlar. Babam onu çok seviyor, o da babama yakışıyor.. Bunlara birçok örnek verilebilir tabi ki.. Kıyafetleriniz, atamadığınız eski ayakkabılarınız, arabanız...

Anneannemi gormeyeli 5 yıl oldu. Anneannem eşyanın ruhunu abartanlardan biridir gözümde.. Yaşının gereği duvarlara tutunarak evin içinde yürür. Birgün ikimizinde mutfağa gideceği tuttu..O minik minik-duvarlara tutuna tutuna yürürken, ben arkada onu takip ediyordum.Tam köşeyi dönmeden “ çekil duvar” dediğine şahit oldum. Artık o duvar biz yokken hareketlenip, ona yol mu veriyordu bilemiyorum. Kuzenimle bunun üstüne çeşit çeşit geyik döndürdüğümüzü bilirim." hey sen yine iyisin, kaderde tuvalette duvarda olmakta vardı. Şimdi bir zahmet yol ver"- " yine mi sen, hep önüme çıkıyorsun be duvar" gibi.. Şaka bir yana yine de, biz yokken o duvarların anneanneme arkadaş olduğunu bildiğimden gülümseyebilmiştim tum bunlara sadece..

Peki sizin hiç alışverişte başınıza gelmedi mi?. Benim sık sık geliyor da. Ofisimin Tunalıda olması nedeniyle sık sık vitrin görme şansına sahibim. Bankaya giderken, yol üstünde göz ucuyla gördüğüm vitrinden “ heyy beni al, ben sana ne güzel yakışırım, bi denesen ” diyen ayakkabıyı, kazağı veya eteği aldığımı hatırlarım.. “Bankaya gidiyordum ya, ben bunu ne ara aldım” diye düşünürken, torbanın içinde “ yarın beni giyecekkk-yarın benii giyeceekkkkk ” diye sevinen yeni bir eşya edindiğim çok olmuştur.Gardroba yeni alınanı koyarken diğerlerinin “ aaa Burcu daha bizi bir kere giydin, ne bu şimdi” diyenleri de duyuyorum genelde.. Kadının doğası gereği, bende yapıyorum bu alışverişleri..:) Biz kadınlar haksız yere “alışveriş sever” diye markalaniyoruz bence, halbuki yufka yüreğimizden, bizi çağıran eşyaya kıyamadığımızdan oluyor bunların hepsi..

Onlara eşya demekte kötü birşey sanırım. Alınıyor olabilirler mi..? Emin değilim.. Sizinde eşyanın ruhunun var olduğu ile ilgili düşüncelerinizi merak ediyorum açıkcası. Mesala siz de televizyonunuzu kapatırken ona iyi geceler diliyor olabilirsiniz değil mi? Kitapçıda karşınızda duran kitap, size hiç içinde yazanları fısıldamaz mı yoksa.. Yani küçükken bez bebeklerinizin canlı olduğunu düşünürken, şimdi bunu çocukça mı buluyorsunuz yada... Bunların hiçbirine katılmıyorsanız, olmadı delirmek üzere olduğumu söylemekten çekinmeyin lütfen.

Yazımı burada sonlarken, eşyalarım içinde en çok sevdiğim arabama ( Aslında arabamın bir ismi var, ama onu sizinle paylaşamayacak kadar kıskanıyorum...) benzin alıp evimin yolunu tutacağım şimdi... Benzinciye giderken de sevgili arabama” seni biraz şımartalım mı, yıkamaya girermisin” diye de sormayı düşünüyorum. Eğer gönlü isterse yıkanabilir..İstemezse zorla birşey yaptıramam ona.. E naparsınız, Eşyanın doğası işte... İstemeyince zorla olmuyor..Kendisi benim kadar titiz değil malasef:)

2 yorum:

Brajeshwari dedi ki...

BuRcu said...
iremcim,
arabam ile ilgili yapacagin yorumlar,onun gönlünü kirabilir.Onceden soylemek istedim..

zaten gecenlerde `arabani yikatacagim` dediginde, sana " off ben suyu sevmiyorum, sen Burcu'ya bir kahve ısmarlasan o daha iyi olur.Beni keyifle sürer boylece" dediğini duymana çok mutlu olmuş.Ben onun dediklerine aracıyım valla..

Bu arada Tofu'da kendi yazdigina ilk yorumu yapan da bir ben varım sanırım:) Güzel oldu..İnsan kendi kendine de yorum yapabiliyormuş..

16 Haziran 2007 Cumartesi 23:53


Selen said...
Kendi yazdığına ilk yorumu yapan sevgili burcu tofucanı'na

irem in arabanla ilgili yapacağı yorumları bilemem ama ben en çok arabanın anahtarlarını bir türlü bulamayışlarını hatırladım birden... acaba o zamanlar "araban" "yahu tembellik yapıyoduk ne güzel, gene mi yollar düştü bana mı" demek istiyordu?

Neyse, sen dilinden daha iyi anlarsın elbet... Bu arada benim arabamın da bir ismisi var... ;)yoksa herkesininkinin var mı?

Sevgilerimle...

17 Haziran 2007 Pazar 21:36


LIEBERTADOR said...
italyan bir çizgi roman karakteri olan "mister no"nun uçağını kendisi dışında hiç kimse uçuramazdı. bu güzide uçağın gözleri ve kulakları olmadığı için sahibi ve kendisi, aralarında özel bir iletişim dili geliştirmişlerdi. mister no cockpite girip koltuğuna oturduğunda konsolun tam da böğrüne var gücüyle bir tekme atardı ki uçak onun geldiğini anlasın. bu sayede uçağı kaçırmak için kendini ortaya atan binlerce hırsız elleri boş dönmüşlerdi. tabii bu alışkanlığın kötü yanları da yok değildi. zalim yerlilerin ellerinden kuratarılan genç ve güzel bir kız ile birlikte, arkalarından onları takip eden ilkel güruhtan hızla kaçmak zorunda kalan mister no, uçağın "tekme aşkı" yüzünden, kalkışa gecmekte gecikip, bir kaç yerliyi uçağa misafir etmek zorunda kalmıştı.

eşyaların gerçekten de ruhları var sanırım. ve hatta bu ruhlar murphy yasalarına tâbiler eğer yanılmıyorsam.

hediye olarak gelen bir eşyayı kullanırken isyan etmesini, verilen direktifleri yerine getirmemesini elbette anlarım...

ama diğerleri ile empati için oldukça geri kafalıyım sanırım.

18 Haziran 2007 Pazartesi 10:31


Nilambara said...
Burcucuğum, sen çok yaşa, şu temponun içinde kahkahalarla (tabii içimden)okudum yazını, umarım beni gören olmamıştır, ciddi ciddi çalışırken biranda yüzümde birtülü geçmeyen bir sırıtık ifade oluştu, toplayamadım yüzümü :))
eşyanın ruhu olduğuna kesinlikle inanıyorum ben de, en azından kullandıkça kullanan kişinin ruh hali mutlaka eşyanın hafızasına kazınıyor ve eşyaya kimlik katıyor...
evimde (bizamanlar benim de kendime ait bir evim vardı :)) bazı eşyaları antikacıdan almıştım, çoğuyla çok hoş diyaloglar kurduk, bei hiç üzmediler ama bazısı hep üzgündü, onları gülümsetmekte zorluk çekiyordum ve hep düşünürdüm eski sahibi çok mu acılar çekmişti, çok mu zorluklara şahit olmuştu diye.... sonraları ise, sıfır eşyayı (ki imal eden kişinin ruh halinin izleri olsa da) kendi ruh halim ile beslemeyi tercih eder oldum.
benim de arabam ile aramızda çok hoş bir dialog var, her sabah günaydınlaşır, her akşam vedalaşırız, bitmez kendisini güven içinde hissetmesi için bir de okur üflerim, ayrılırken. Arada bir de direksiyonunu sever okşar, beni üzmediği için teşekkür ederim. eh o da 10 yaşında olmasına rağmen hiç üzmedi beni şimdiye kadar :)

18 Haziran 2007 Pazartesi 11:17


beto said...
Sevgili Burcu bu konu üzerinde düşünmemiştim ama sık sık eşyalarla
konuştuğuma göre bende ruhları olduğuna katılıyorum.

Betül

19 Haziran 2007 Salı 08:00


irem said...
bir kac gundur esyalarimla olan baglantimi izliyorum da (yazıyı okuduktan)... kendime bunu sordum, birden evi terk etmek gerekirse yanina düşünmeden ne alırsın? herhalde zafer'den aldigim takilar ve iç çamaşırlarım. hahaha baya kendime güldüm. ama gercekten öyle düşünüyormuşum. ne kadar evimi sevsem de, her köşe'nin ayrı bir anı karesi olsa da, yine de saygı duyup geçici oldugunu hatırlatırım kendime.

beenmaya dedi ki...

ne kadar haklısın hep zor zamanlarda yada ihtiyacımız olduğunda konuşur, kızar ya da sitem ederiz. aynı tanrı'ya zor zamanlarda sığınıp istek ve taleplerimizi ilettiğimiz gibi...