(Fotoğraflar: Niko'yu yeni almıştım. (Adı Niko'dur kendisinin.. Markası ise Nikon:) tutarlı ve suyuna gidilince söz dinleyen bir kişiliği vardır) Aylardan Ekimdi sanırım.. Hava soğuktu. Günlerdir beklediğim Niko, o gece gelmişti. İlk flörtümüz diyebilirim bu fotoğraflara.. Evimin manzarasında bacalar tüterken ve herkes mutlu uykusundayken, sabahı beklemeyen bir hevesle benimle hayatı dondurduğu ilk kareler bunlardı. O gün, uyuyarak çok güzel birşeyi kaçırdığımı düşünmüştüm.. Artık bu yüzden sabahları erken kalkmaya çalışıyorum.. Ya da hiç uyumuyorum..)
-----

Dünyamın sınırı ifade edebildiğim kadardır.. İfade edemediklerim ise gerçek dünyamdır.. Her yazı ince bir çığlıktır aslında, onları kendime duymaya ve duyan varsaa duyurmaya...
An’ı yazmak, o anki hislerimi ifade etmeye uğraş vermek; alfabenin bana lütfettiği harflerle sadece ifade etmek değildir... Transa geçip, klavyeye dokunan parmaklarımın, aklımı sokmadan kalbimle bağlantısındaki can hıraç zamana karşı yarışıdır.. Kim görse beni, o an acı içinde kıvrandığımı düşünebilir.. Harflere vuruşum acımasız bir gürültü çıkarır.. Öfkelimiyim ? Kızgınlık mı duyuyorum sorgulatır... Halbuki dilimin ucundakileri kaybetmemek için koşturur ellerim.. Ve susmasın kalbim isterim.. Söylesin.. Anlatsın......
Yatağımda yatarken kalbim konuşur durur.. O kadar güzel anlatır ki, noktasız virgülsüz... Onları sadece ben duyarım.. Ve arabamın içinde konuşurum ben... Sürerken yazamam çünkü... Ama konuşur içim... Sırf bunun için kamyon şöförü olmak isterim.

Ne doğru ? diye başlar yazı.. Başladığı yer; kelimelerin kifayetsiz kaldığını, gözlerimizin görebildiği kadarına inandığını ve kulaklarımızın ancak duyabildiğini dinlediğini anlatacaktır.. Ama yazı oraya gitmez.. Bende şaşarım.. Anlatmaya çalıştığım şey, beni aslında başka bir yere götürür.. Bırakırım.. O sürede harflere dokunurum ve beyaz sayfamda satır ilerler.. Ve içim bir sürü konuşur bana.. Bazılarını anlatamam, sadece hissederim...

Noktaları virgülleri sevmem.. Nerede kullanacağıma aklım karar verir çünkü.. İstemem o girsin araya... O girerse nokta ve virgüller değişir, özne yüklem düzeltilir, devrik cümlelerim, sanırsınız düzeltilince devleşir...
Bu öyle bir trans halidir ki, birisi sıkışmıştır içinizde.. Konuştuğu zaman o ne diyorsa kaçırmamak için tamamlanır cümle 3 nokta ile.. .Üç noktalar hep akılda kalan, ara kısımlar için boş bırakılmış yerler gibidir.. Temize çekilmediği için, hepsi sadece bende bilinir..
Uzun soluklu yazı yazanları hep kıskanırım.. Akıllarıyla iyi anlaştıklarını, onu ehlileştirebildiklerini düşünürüm.. Yazının soluksuzca devam edebilmesini ve hikayenin gittiği yeri bilmelerini... Bilmeseler bile o kadar net kalplerinden geçenleri duyabilme yetisini ve yazının noktasını –virgülünü... Hep kıskanırım..
Ne doğru diye başlıyordu yazı... Bende bilmiyormuşum demek ki... Ne doğruyu sormak isterken, sadece kalbimi dinlemenin doğru olduğunu yazdırdı bana ellerim... Kelimelerim sadece araç.. Onları oluşturan harflere müteşekkirim.. Duyabildiğim –görebildiğim kadarına da razıyım.. Ama biliyorum onlardan daha fazlası var...Kalbim öyle söylüyor çünkü...

Sözcüklere dönüşmeyen şeyler gizler o noktalar, ben bile bilmem bazen... Kelimelerin yetersizliğinde kıvranırlar ara sıra... Bazen de anlatmak istediğimin tam karşılığıdır sürer giderler... Özlediklerimi taşıyabilirler, kırgınlıklarımı yada sessiz kalışlarımı... Bazen de onlar kalbimden akanları daha iyi duymak adına küçük esler...
Geceyi seviyorum... Geceleri... Gökyüzünün gündüze değişimini... Gece arkamdan gelmez.. Ben isteyince kararmaz gökyüzü... Ay hiç sözümü dinlemez... Ama gece sırlarımı tutar, paylaşır, en karanlık yanlarımı saklar, özlemlerimi ve söyleyemediklerimi... aynı ard arda gelen o üç nokta gibi...
.
...