Elime kaşığı alıp, kazdım toprağı.. İçimden “solucan kardeş ile karşılaşmadık bu sefer” diye geçti. Ayrıca seramik kab-kaçak yapmak için yapışkan kilde yoktu topraktan elime gelen... “Neyse, hadi daha derin kazmalıyım” dedim, kaşığa dayadım toprağı... Artık yeteri kadar derin bir çukur kazmış olduğuma karar verdiğimde, elimdeki minik lego adamımı öptüm, kırık bileziğimle vedalaştım, “ Bu lego adamı ve bileziği sana bırakıyorum. İsmim Burcu. Onlara iyi bakın, müzenize koyun”... diye babama yazdırdığım minik kağıdı da iliştirdim çukurun içine... Üstünü örttüm sonra toprakla... Birazda çimen kattım üstüne, farkedilmesin diye..
Bu hikayeden birkaç zaman önceydi, Ben 7 yaşlarındaydım. Babam, beni ve ablamı arkeoloji müzesine götürmüştü. Yüzüm ve camekanlar aynı hizada, göz açımdan görüyordum içerideki kilden yapılmış şeyleri... Ama okuyamadığım ve küçük olduğum için anlamıyordum baktığımız neydi... Babam anlatmaya başladı. “Bunu görüyormusun, bu yıllar yıllar önce çocukların oynadığı araba... Tekerleklerine bak, senin legolarınla oynadığın gibi bununla oynuyorlarmış işte o zaman”.. “bak bu da saç tokası... O zamanki kızların saçları uzunmuş demek ki senin gibi, saçlarını o tarağa tutturuyorlarmış.. Gördün mü dişleri de kırılmış... Demek ki tokayı kullanan çok severek kullanmış”... Babam bunları anlatırken, ben bir camekanda gördüğüme, bir babamın yüzüne bakarak onu dinliyordum. Bunu anlamak beni keyiflendirmişti. Her objenin önünde “peki bu neymiş” diyerek, hikayelerini sormaya başladım. Büyük bir sabırla dinliyordum, çünkü heyecanlanmıştım... Tüm bunlar işte o çukurun kazılmasından birkaç hafta önceydi..
Bu hikayeden birkaç zaman önceydi, Ben 7 yaşlarındaydım. Babam, beni ve ablamı arkeoloji müzesine götürmüştü. Yüzüm ve camekanlar aynı hizada, göz açımdan görüyordum içerideki kilden yapılmış şeyleri... Ama okuyamadığım ve küçük olduğum için anlamıyordum baktığımız neydi... Babam anlatmaya başladı. “Bunu görüyormusun, bu yıllar yıllar önce çocukların oynadığı araba... Tekerleklerine bak, senin legolarınla oynadığın gibi bununla oynuyorlarmış işte o zaman”.. “bak bu da saç tokası... O zamanki kızların saçları uzunmuş demek ki senin gibi, saçlarını o tarağa tutturuyorlarmış.. Gördün mü dişleri de kırılmış... Demek ki tokayı kullanan çok severek kullanmış”... Babam bunları anlatırken, ben bir camekanda gördüğüme, bir babamın yüzüne bakarak onu dinliyordum. Bunu anlamak beni keyiflendirmişti. Her objenin önünde “peki bu neymiş” diyerek, hikayelerini sormaya başladım. Büyük bir sabırla dinliyordum, çünkü heyecanlanmıştım... Tüm bunlar işte o çukurun kazılmasından birkaç hafta önceydi..
Üniversite yıllarında annem ve 10 öğretmen arkadaşı Antalyaya gitmiştik. İçlerinde en deli ve en genç olanı Pembuştu. Sanat tarihi öğretmeniydi. Yorulan grup üyelerini geride bırakıp, onunla sık sık minik kaçamaklar yaptık. Bunlardan biri Antalya Müzesineydi. Müzeye girip, iki ayrı tarafa dağıldık. Herkes kendi izini sürdü. Gezim bitince Pembe hocayı beklemek için, mozaik bir yer süslemesinin köşesine oturdum. Ve sadece hissetmeye çalıştım. O parçaların yapılışını, zamanında konulduğu ortamı...Üzerinde çocuklar oynadı, karşılaşmalar yaşandı, adımlar atıldı.Deniz kokusu yayıldı. Mozaiğe doğru konumlandırılmış heykellerde onayladı bu görüntüyü... Bir de güneş vardı, kemiklerim ısındı. Otelden kaçıp mozaiğin köşesindeki bankta buldum gezi süresince hep kendimi.. Durdum, dinledim ve bana yaşatıklarını çok sevdim.
Geçen yaz Kapadokya’ya gittik. Amacımız iki günlük bir fotograf gezisi yapmaktı. Açık hava müzelerinden birindeydik. Bir omzumda lens çantam, sırtımda sırt çantası, boynumda fotoğraf makinesi soluklanmak adına taşların birine oturdum. Karşımda dağın içine oyulmuş, ama depremlerle dış tarafı yıkılıp, içi görünen kocaman bir kilise, minik merdivenler, yarısı yıkılmış bir altar.. Arkamda taşlar oyularak yapılmış minik tırmanma merdiveni ve merdivenin ulaştığı güvercin yuvaları, camiye cevrilmiş bir kilisenin bırakılmış çanı, kocaman bir değirmen taşı... Tüm vadide bu tarihi izliyordum. Nefesimden başka, rüzgarın sesi duyuluyordu bir de...
Düşünmeye başladım.
Peki ben hangisiydim?
O mozaik zemini hazırlayan ustamıydım? Üzerinde günü adımlayan mı?
Doğanın azizliğine rağmen hala ayaktamıydım?
Bir kiliseyi, "olmaz bu" diye cami yapan mı?
Ya da yıkılıp, bozulanı tekrar restore etmek adına yamalı taşlar kullanan mı...?
İkonaların gözünü oyup, bunlar tasvir edilemez böyle diyen mi?
Bir tülbente tutkal sürüp, duvardaki İsa ve Meryem ikonlarını çalan mı?
Benden de bir iz kalsın diyip, anahtarımın köşesiyle bugünün tarihini ve ölümlü ismimi duvarı ağlatarak kazıyan mı?
Gördüğüm bu eşsiz manzarayı, vadi işte diyip, midesini dolduracak gözleme ve ayran hayali kuran mı?
Ya da orada olup, fotoğraf makinesinde “bunu gördüm, bu açıdan da göründü gözüme” diyen mi?
Hangisiydim?
Kendi içimde, kendi tarihimin önünde oturdum.
Hepsiydim.
Varlığımı anlamayan, ama bir yandan da farkında olmadan hayata iz bırakmaya çalışırak, didinip yorulan... Bazen benden-bana miras kalanı anlamayan... Bazen yaşadığım anı göremeyip, hayatın zevklerine koşup, gözleme ve ayrana susayan... Değerini bilmediğim duygularım, bana bakmasın diye onların gözlerini oyan... Aslında o yerin bir parçasıyken, iz bırakma dürtüsüyle, tarihi atarak kendini orda sanan... Bol bol fotoğraf ceken bir de... İşte böyle göründü bu kare benimde gözüme ...
Orda durup, anın içinde kendimden nefesler bıraktığımın farkında değildim belki de... Aynı hayat gibi... Durduğum yerin bir parçasıyım aslında bende....
Tüm gözü örselenmiş duygularımın arasında oturdum, restorasyon adına koyduğum tüm yamalı taşlarımı kabul ettim öyle... Fotoğrafı her an çekiyorum zaten gözlerimle... İz bırakmak adına çıkardığım tüm sivri duygularımı da soktum cebime...
Nefesimle bırakıyorum izimi...
Gözlerimi kapattım, yer mozaiğinin üzerindeyim, adımlarıma eşlik eden güneş var bir de..
Yüzüme yansıyan mavi ikonaların hikayelerini izliyorum kilisede..
Dar koridorlardan eğilerek geçiyorum, buram buram nem kokusunu duyuyorum ciğerlerimde..
Ayaklarımın sığdığı duvar merdivenininden çıkıyorum basarak taş deliklere..
Güvercin yuvalarına varıyorum dağın tepesinde...
.
..
Rüzgar esiyor, kuşlar uçuşuşuyor..
Kaşıklarla kazıp, o minik çukura koyduğum, kendi hazineme,...
Lego adamıma ve bileziğime kavuşuyorum
tırmandığım o güvercin yuvasının içinde.....
Görsel buradan alınmıştır.
Kaşıklarla kazıp, o minik çukura koyduğum, kendi hazineme,...
Lego adamıma ve bileziğime kavuşuyorum
tırmandığım o güvercin yuvasının içinde.....
Görsel buradan alınmıştır.
18 yorum:
iyi ki Hepsisin, iyi ki hepsiyim. Vee ben de yaşasın yoga diyorum yandaki iç sesine katılarak!:))
Nemin o ıslak kokusunu burnuna çekerken asırlar önce kayalara oyulmuş ev komşuların oturuyordu belki yanıbaşında.Belki daha oyulmamıştı ikonaların gözleri, kilisenin camiye dönüşmeden önceki halindeydi belki oraları ve gözlemeciler açılmamıştı daha o minik çukura da hazinen gömülmemişti.Ben de senin yazınla sen bu sen kalıbına girmeden önceki sen ile beraberdim oralarda.Merdivenlerimizi şekillendiriyorduk beraberce.Sevgiyle.
Geçen sene Kapadokyadaydım bende, tabii ki aynı açıkhava müzesinde.
Belki içime o bir anda dolan huzur, daha seni tanımıyorken bile, senin orada bıraktığın izlerden aldığım huzurdur, ne dersin Brajeshwari'm?
Hep derim ya, yine diyorum, Huzur'sun sen benim için...
Seviyorum seni.
O minik çocuğa sabırla gördüklerinin hikayelerini anlatan onun hayal gücünü genişleten babanın ellerini öpüyorum ben de
Sevgilerimle
Bence sen, şu an hatırlamaya çalıştığın, hatırlayamadığın, hatırlamak zorunda olmadığın herşeyi içeren harika bir bütünsün. Bütün insanlar gibi. Bir çoğumuz bunun böyle olduğunun maalesef farkında değiliz ama biliyorum ki sen bunun farkındasın. Sevgilerimle:))
Bir an gelir insan HERŞEY olduğunu hisseder taa derinlerde, işte o yaşadım dediğimiz zamanlardandır sanırım.
kendimi çok az hissettiğim zamanlarda aslında ne çok şey olduğumu hatta herşey olduğumu farkettirdin bana...hep öyle yapıyorsun zaten...
toprağı seninle birlikte kazdım sanki....
ama ben oyuncağımı gömmedim.
gömdüğüm yanan evden kalan bir parçaydı...
küçüldüm şimdilerde....
çocuk muyum ne...
bedros bana gülümsüyor...
İlk sevdiğim...
Yedikuleyi bilir misin....
Orda bıraktım ben
çocukluğumu....
Karolini Jesicayı...
benim toka yok hafızamda
babam kızım böyle güzel derdi...toka sevmezdi...
annem bilmem
genelde o söylenirdi...ama severdi
yanımızda bir ev var yanıyorrrrrrr
Elmasların evi....
Bize kadar uzayan...
Herkes bağırıyor.......
O zamanlar evler ahşap
evler kagir.....
Şimdiki gibi yok kapımda güvenlik...
Yangın uzun süre ayrı tuttu beni evimden.
Onlar mı
toparlanamadılar gittiler...
bir daha hiç göremedim...
Ben ne cami ne kiliseydim
Belki hepsi, belki hiç biriydim...
kimse küsmesin istedim......
Elmasa hep kızardım...
Annem kilisede demez camide derdi.
Niye yalan söylüyorsun kime ne
Annesi öyle tembihlemiş.
Yoksa onları kimse sevmezmiş.
ben seviyordum onları...
kapattım gözlerimi....
Surlara tırmanıyorum...
Figen de yanımda....
yavaş yavaş...
korkuluk yok
çok dikkat et
tehlikeli...
önce durdum
sonra....
Arkama bakmadan çıktım en yukarılara
Her yer ayaklarımın altında..
Gelen bekçi..
Çok kızmıştı bana..
bu dengesizlikti biliyorum...
Sonra düşündüm....
Onların gözünde ben kimdim acaba
En iyisi hiç düşünme çık yukarılara...
Uç uçabildiğin kadar.
Kanatlarını dengele....
Huzur orada...
Girme tek bir kalıba...
Huzur "altın oran" da......
ben bir gün altın oranı yakalayacağımı ümit ediyorum...
Kararınca konuşmasını,.
Susmasını bile beceremiyorum.
Birilerini belkide hayatı üzüyorum.
Sense tam ortasındasın Sevgili Burcu.
Seni, sizi çok seviyorum...
Bazen birşey olur ve öyle bütünleşiriz ki içinde bulunduğumuz yerle, orada yaşamışız, yaşlanmışız ve bir parçamızı orada bırakmış gibi oluruz. Kapadokyayı gezmiştim, yazını okuyunca daha iyi anlamış gibi hissediyorum. Harika bir yazı herzaman ki gibi...
Bireysel tarihinde yaptığın bu KAZIYA BAYILDIM. YAZIYA MI DEMELİYDİM. NE GÜZEL BİR BABAN VARMIŞ Kİ, SENİ ELİNDEN TUTUP MÜZEYE GÖTÜRMÜŞ. KENDİSİNİ SAYGIYLA SELAMLIYORUM.
O baba işte, taaa o zamanlarda, bugün Loreena'yı seçip bu satırları yazacak kızı hazırlamış bizler için.
Ve dar koridorlardan geçiyoruz hep birlikte, sırt çantalarımızla.
Bak bakalım bir kez daha lego adamına... Babana benzeteceksin bence.:)
sevgiyle kalın.
iyi ki varsın sen...
nefesin buralara kadar geldi, nefesimi de alıp mozaikler üzerine iz bırakan nefeslerimizle buluşmaya gitti :)
merhabalar
ödülünüz blogumda:)))
o kadar hissettim ki ben de senin o fotoğrafları çekerken ve orada gezerken hissettiklerini. "hepsiydim" diye başlık atmasan bile bilirdim hepsi olduğunu..
Pembuş ne yapıyor acaba şu anda? Çok özel bir yeri vardır onun da hayatının o döneminde, ben bile hatırlarım:)
öperim seni
sevgiler..
burcum:) nerelerdesın kayboldun yıne..
dans yarışması resimlerine vuruldum... ve içim özlemle doldu...
yazılarınla bana verdiğin huzur ve neşe için teşekkür etmek istedim. teşekkür ederim burcu: güzellikler üretmek ve bu güzellikleri paylaşarak çoğaltmak için verdiğin çabalardan ötürü.
Özgür Turan
İyi ki Özgürcüm... Hepsiyiz.. İsimsiz, cisimsiz...hepsi...Bir bütünün parçaları olduğumuzu bilmesek, bu kadar kolay olmazdı parçaları birleştirmek... Ne kelimeler yeterdi, ne duygular.. Benzerliğimizdi bizi hepsi yapan... Öpüyorum seni...
sufi Belki de Suficim... İnsan yaşamadığı şeyi bilmez derler ya...Hep o sırrı aradım oralarda..Bilmesemde hissettim derinlerimde...Öpüyorum seni..
feanor Bazen içimizde bir isim koyarız birine,.. Onu tanımlarız o isimli.. Aslında ismin sahibi bizizdir. Bizde olmayanı nasıl dışımızda tanımlarız ki...
Aynı senin içinde bulduğun huzur gibi.. Öpüyorum seni tatlım... İçimde hissettiğim tüm kardeş sevgisiyle...
tutsak :)
Babalar kız çocukları için çok özeldir. Teşekkür ediyorum bunu gören yüreğinize....
Haşim Arıkan Hep hatırlatmaya çalışmalı sanki... Yoksa ayran- gözlemeyi anlatirdim bu hikayede sadece... : ) Özledim sizi...
Handan Bir an der de, aslında her andır o... An kısadır, fakat herşey o anın içinde gizlidir sanki... Teşekkür ederim Handan... Sevgilerimle...
beenmaya
Ne çok şeysin sen aslında... Yürekli arkadaşım benim... Ne korkusuz demek isterim sana yürekli derken, ne de savaşçı... Yüreğinin farkındadır Maya’m... içine doldurduklarıyla çok fazladır zaten..
FilizSevgili Filiz.. Bloğunda yazılarını okumak istiyorum.. Yorumlarından daha fazlasına...Teşekkür ediyorum yazdıklarına... Sakın Susma... :)
owl Teşekkürler Ela... Bende baykuşları seviyorum sayende...Görünce aklıma geliyorsun...Sevgilerimle..
Fortunata Teşekkür ederim..Bende garip bir çocuktum sanırım Fortunata... Hep müze gezmek isterdim.. Babam ise gerçekten hep destekti çocukluğuma...Hala öyle... :)
Abi Teşekkürler Abicim.. Beraber gezsek, ayran içerken konuşuruz “ne acaipti kilise” diye...Bunları oturup konuşamamak, ama yazabilmek ve paylaşabilmek harika.... Lego adamım hala bir hazine aslında... Onu bulan kime benzetecek acaba :)
Nilambara Sizde iyi ki varsınız Nilambara...Nefeslerimiz bir, beraber esiyoruz orada burada... Öpüyorum..
maceraperest Bence ödül sizsiniz :) Teşekkür ederim..
afrodelfino Geçmiş tarihimin gizli şahiti.. Ben anlatırken bilirsin sen hepsini.. O yüzden bir hazinesin sen benim için... Her zaman... Seviyorum çok seni...
Pırıltılı cadı Kaybolmadım tatlım.. Sadece aynı anda bir çok yerde olma sihri çalışıyorum şu aralar :)
Nilambara
Daha güzelleri gelecek yakında..Umarım güzel bir karesini size çerceveletebilirim..:)
dildar Çok özelsin sen.. Şiirlerine vurulmuştum önce. Ama biliyordum özel olduğunu içimde,tam yüreğimde... Beni yanıltmıyorsun..Teşekkür ederim.. Beraber büyütüyoruz.
Yorum Gönder