29 Nisan 2010

ODA



paylaşılabilen tüm sessizliğe ve tekil sessizlikte özlenenlere adanan
kurmaca bir yazıdır...




Boş bir otel odası gibiydik.
Oda; ilk kez sen kalacakmışsın gibi yeni,
Yatak; uykuya teslim olduğun kendi yatağın kadar konforlu,
ve yalnızlığını dinleyecek kadar huzur dolu...

Paylaştığımızda böyle birşeydi,
tüm heyecanıyla yeni,
teslim olacak kadar güvenli,
suskun ama huzurlu...
iki kişilik, Bir yalnızlıkla dolu...

Hayat bizi bu otel odasında buluşturmuştu adeta... Neden geldiğimizi bilmeden yatağın iki ucunda oturan iki yabancıydık aslında...

Bizden önce burada iş görüşmesine gelen bir adam konuk olmuştu bir kere, bir çift kaçamak yapmak için buluşmuştu, bir ailenin küçük çocukları yatağa çıkıp, üzerinde zıplamıştı odaya girer girmez... Biz hepsiydik sanki... O sessizlikte duyuyorduk içimizden tüm bunları....

Yatağın karşısında, cama dönük renksiz bir berjer vardı, yüzü dışarda geçen hayata bakardı. Bizde cama bakardık, dışarıda hayat biz olmadan da akardı.

Sadece kendimizi alıp gelirdik, bavullarımız hiç olmadı burada...
Boşluklarımızı koyardık bavul sehpasına...

Yatağın tam karşısında, aynalı bir makyaj masası vardı.
Ama biz oradayken üzerine hiç makyaj malzemesi konulmadı...

Yatağın iki ucuna otururduk ayrı ayrı..
Makyaj masasının aynasından görürdük, kendi aksimizden geride kalan ve dayanmak istediğimiz sırtlarımızın yansımasını...

Sessizdik... ama aslında yüreğimizden birbirimize ses verirdik.
Biz içerideyken oda adeta siyah beyaz olurdu. Paylaştıklarımız havada öylece asılı kalır, yüreğimizden çıktıkça renkleri değişir, kırmızıya, mora, maviye, yeşile ve bazen de sarıya çalardı.

Boş bir otel odasıydık. Sadece bize aitmiş gibi, uykuya teslim olabilecek kadar güvenli, hikayelerimizi bilmesekte- bilir gibi, iki yalnızdık çift kişi...

Bir çocuk yatağa çıkıp zıplar, İş adamı geç yatmamak için komidinin üzerindeki saatine bakar, sevgililer özlemle birbirine doyar,... biz sadece yatağın iki ayrı köşesinde oturur, o odanın hikayesine sessiz bir hikaye daha katardık beraber... Çocukluğumuz gibi mutlu olur, beraber geçirdiğimiz saati kollar ve beraber oldukça daha çok özlerdik birbirimizi... Berjer bize bakar, biz aynadaki sırtlarımıza bakar, o sessizlikte, bizim dışımızdaki hayatın aktığını bilirdik sadece...

Gece biter, gün doğar, biz odayı yaşardık, içine kattığımız tüm renklerle.. Öğlen saat 12’ye doğru, odayı boşaltmadan önce göz göze sarılır, odayı sessiz Bizsizliğe terkederdik. Sonra ayrı ayrı, kendi hayatlarımızın gri gürültüsüne karışırdık.

Hayatlarımızın içindeyken o odayı hatırlasakta, susar ve sadece bize aitmiş gibi bilirdik orayı...

Bir gün tesadüfün bittiği köşede, resepsiyonun önünde, sessizce vedalaştık ve anahtarı teslim ettik görevliye...

Orada birbirimiz için yüreğimizden geçenleri de bıraktık.
Oda artık siyah-beyazdı.

Yatağın oturduğumuz o iki ucunun ortasında, duvarda, bir çerçeve görülürdü aynada...
Sadece o hatıra olarak kaldı hafızamda...
Çerçevelenmiş siyah beyaz bir fotoğraftı bu...
Fotoğrafta bir yol, onu çevreleyen ağaçlar... Ve bulutlar vardı.

Herşey siyah-beyazdı ama bulutların arasından rengarenk bir gökkuşağı çıkardı...
Bir ucunda ben, diğer ucunda da sen...

İşte o yüzden her gökkuşağı gördüğümde...
Siyah beyaza dönüyor herşey ve sessizleşiyorum bilmeden...
Belki de o an gökkuşağının hangi tarafında olduğunu
bir türlü bilemediğimden...

Brajeshwari.dd / 28.04.2010


6 yorum:

beenmaya dedi ki...

yüzümde başından sonuna kadar bir tebessümle okudum kafamda her daim olan kısmen yazıya dökebildiğim ama hala tamamlayamadığım bir hikayeyi sanki ben anlatmışım da sana sen kelimeleştirmişsin gibi...

yüreğine sağlık...

Uma dedi ki...

sayende guzel seyler okuyoruz :) yuregimin edebiyat kosesini doyuruyorsun sagolasin :)

Adsız dedi ki...

ne denir.. napılırki, zaten hayat bi otel odası gibi.. gelen ve giden hep birbirine karışmıyormu?

Biraz dedi ki...

Sanki arka fonda da usulca bir muzik caliyor hic ilismeden ama halbuki calmiyor...pek bir sessiz etraf. Sanirim yazinin muzikli bir yan etkisi oldu bu. (sayfanda hakikaten muzik caliyor mu bilmiyorum, ya da oyle bir widget var mi goremiyorum cunku o tur seylere kapali bizim hastanenin serverlari dolayisi ile yazinin etkisi olmali bu muzik varmis gibi olma durumu:) ) neyse mola bitti ise donmeli!

Adsız dedi ki...

Merhaba Burcu,
bu sabah okudum keyifle yazini. kaybolurken yazinin icinde buldum kendimden de bir cok sey :) gokkusaginin bir ucundan diger ucuna gidip gidip geldim...
ne guzel ayna oluyorsun bana ve belki benim gibi baska okuyucularina. her yazinda bu blogun adini ne kadar dogru koydugunuda goruyorum :)
eline, yuregine, seninle olan o yama gucune yada her ne ise baska tesekkurler...harika :)

Brajeshwari dedi ki...

Merhaba

Arı Mayam, hangimizin hikayesi sadece bize ait ki,... Bir sürü hikaye birbirine bağlı değil mi aslında,.. Aşklarımız, yanlızlığımız tekil mi?... o yüzden senin yazdığın hikayelerde de hep ben, biz de varız...öpüyorum..

Umacım teşekkürler.. Sadece gelip geçeni, hissettiğimi sağaltıyorum aslında... öpüyorum seni..


mayıs ,gelip geçenin hayatı karışıyor otel odalarında..insanların hayatları da böyle birbirinin içinden geçiyor... gökkuşağı unutulmuyor bir tek...teşekkürler..

Biraz aslında bir muzik çalıyordu. Şimdi kaldırdım. True Colours çalıyordu. Serverlarınıza inat duyurmuş kendini sana :) Sevgilerimle...

Harika teşekkürler... kim sessiz, akan, savaşın olmadığı iletişimden hoşlanmaz ki... mutlaka birileri, bir anımız vardır böyle hayatımızda... Senin bu yazıda gördüğün, sadece senin renklerin, gökkuşağında asılı duran :).... Sevgilerimle...