Yorganımla sarmaş dolaş uyumak beni hep mutlu etti. Küçükken, yine rutin kulak ağrısı çektiğim uzun gecelerden biriydi.. Bitmek bilmez ağrılar, sevimsizleştiriyordu hep geceleri... Bildiğim tanıdık bir ağrıydı yaşadığım, ama ben sabırsız minik bir yürektim. O zamanın ilaçları, kulağa damlatılan gliserin çeşidi yağlar anında kesmiyordu ağrılarımı.. Babam, uzun geceler boyu sıcak havluları ağrıyan kulağımın altına koyup, beni teselli etmekle uğraşırdı.. Ben hem ağlar, hem uyumak ister, hemde ateşlendiğimden olsa gerek gözüme gözüme yaklaşan, sonra uzuyan ve büyüyen adamlar görürdüm gerçekmiş gibi... O adamlar gözümün önüne geldiğinde, orta yerlerinden kopar, geriden tekrar birleşip, üstüme üstüme tekrar gelirlerdi.. Şimdilerde, çin işi dükkanlarda, o adamların sanki benim kabuslarımdan örnek alınmış abonoz ağacından yapılma Etiyopyalı heykelleri satılmaya başlandı.. Ben her onları gördüğümde, hastalandığımdaki kabuslarımı tekrar yaşıyorum. İşte o ağrı dolu gecelerde, Etiyopyalı halüsinasyonlar yetmiyormuş gibi, kulağıma damlatılan her ne ise, bir süre sonra genzime doğru iner ve ağzımda kekremsi bir tad bırakırdı.. O tadın karşılığı hiç bir zaman olmadı benim damak tadımda.. Çünkü sanki, kulağımla beraber tattım o tadı...
Çocukluğuma ait bazı gecelerim işte böyle, zor ve zahmetli geçti ailem için.. Karga tulumba acile götürülsemde, doktorlar hep aynı ilacı verdi durdu.. Ailem için belkide tek çare, soğuk algınlığı yaşamamam adına her zaman sıcak tutulup, taraflarından iyi beslenilmemdi...Öyle de yaptılar, alasıyla... Sanırım bana gösterilen bu özenden geriye, Haziran ayına kadar gece yatarken giyilen hala vazgeçemediğim uyku çoraplarım kaldı...
Bu gece gibi soğuk gecelerdi işte o gecelerde... Babam, günlük “çocuklarla ilgilenme” görevini annemden devralmış, başucumda bekliyordu... Yorganımı üzerime örterken acının geçeceğine inanmamı, başka şeyler düşünmemi söyleyip duruyordu. Başka şeyler düşündüğüm oluyormuydu bilmiyorum.. Ama Babama hep güvenirdim. O benim kahramanımdı.. Annem değil, babam böylesi durumlarda daha sakin ve beni daha iyi yatıştırmayı bilen taraftı.. Gliserin kulak borumdan, gitmesi gereken yerlere ılık ılık varmaya başladığında, bende babamın telkinlerine bırakırdım eş zamanlı kendimi... Kulağımın içindeki kaygan yağ, ağrıyı ılıştırır, gözlerim ağırlaşır ve ben uykuya teslim olurdum... Bu öylesine bir teslimeyetti ki, uykunun vucudumda sıkışmışlığını ve birden boşalırcasına tüm vucuduma nufus ettiğini hissederdim.. Ateşim söner, kabusların yerine tatlı bulutlar görevi teslim alırdı.
Yine havalar soğumaya başladı.... Dün gece mevsimin ilk gecesiydi yorganıma sarıldığım.. Eksiksiz ve tam uyudum.. Sabah diğer günlerime göre, çokta güzel uyandığımı farkettim. Arabada giderken “bugün nasıl bu kadar mutlu olduğumu” sordum kendime niyeyse... “Bugün, düne göre nasıl bu kadar pozitif bakıyorum” dedim.. Normalde sorgulanmaz bunlar, yaşar gideriz... Ama ben sordum... Ağaçlara baktım, sarılar giyinmeye hazırlanıyorlardı.. Gökyüzü griye çalan bulutlarla doluydu.. Sevdim bu manzarayı... Olduğu gibi sevdim.. Ağzıma tanımı olmayan o kulak damlasının kuru, kaygan tadı çalınır gibi oldu bir ara..... Belki de acılara direnmemeyi, olduğu gibi kabul edip, acının getirisine ve Etiyopyalı korkunç adamlara rağmen iyi şeyleri düşlemeyi o zamandan başlayarak babam öğretmeye çabalamış dedim kendi kendime... Her ne kadar, hala acı çekmeyi- daha çok acı çekmekten korkarak karşılasamda az biraz...