paylaşılabilen tüm sessizliğe ve tekil sessizlikte özlenenlere adanan
kurmaca bir yazıdır...
Boş bir otel odası gibiydik.
Oda; ilk kez sen kalacakmışsın gibi yeni,
Yatak; uykuya teslim olduğun kendi yatağın kadar konforlu,
ve yalnızlığını dinleyecek kadar huzur dolu...
Paylaştığımızda böyle birşeydi,
tüm heyecanıyla yeni,
teslim olacak kadar güvenli,
suskun ama huzurlu...
iki kişilik, Bir yalnızlıkla dolu...
Yatak; uykuya teslim olduğun kendi yatağın kadar konforlu,
ve yalnızlığını dinleyecek kadar huzur dolu...
Paylaştığımızda böyle birşeydi,
tüm heyecanıyla yeni,
teslim olacak kadar güvenli,
suskun ama huzurlu...
iki kişilik, Bir yalnızlıkla dolu...
Hayat bizi bu otel odasında buluşturmuştu adeta... Neden geldiğimizi bilmeden yatağın iki ucunda oturan iki yabancıydık aslında...
Bizden önce burada iş görüşmesine gelen bir adam konuk olmuştu bir kere, bir çift kaçamak yapmak için buluşmuştu, bir ailenin küçük çocukları yatağa çıkıp, üzerinde zıplamıştı odaya girer girmez... Biz hepsiydik sanki... O sessizlikte duyuyorduk içimizden tüm bunları....
Yatağın karşısında, cama dönük renksiz bir berjer vardı, yüzü dışarda geçen hayata bakardı. Bizde cama bakardık, dışarıda hayat biz olmadan da akardı.
Sadece kendimizi alıp gelirdik, bavullarımız hiç olmadı burada...
Boşluklarımızı koyardık bavul sehpasına...
Yatağın tam karşısında, aynalı bir makyaj masası vardı.
Ama biz oradayken üzerine hiç makyaj malzemesi konulmadı...
Yatağın iki ucuna otururduk ayrı ayrı..
Makyaj masasının aynasından görürdük, kendi aksimizden geride kalan ve dayanmak istediğimiz sırtlarımızın yansımasını...
Sessizdik... ama aslında yüreğimizden birbirimize ses verirdik.
Biz içerideyken oda adeta siyah beyaz olurdu. Paylaştıklarımız havada öylece asılı kalır, yüreğimizden çıktıkça renkleri değişir, kırmızıya, mora, maviye, yeşile ve bazen de sarıya çalardı.
Boş bir otel odasıydık. Sadece bize aitmiş gibi, uykuya teslim olabilecek kadar güvenli, hikayelerimizi bilmesekte- bilir gibi, iki yalnızdık çift kişi...
Bir çocuk yatağa çıkıp zıplar, İş adamı geç yatmamak için komidinin üzerindeki saatine bakar, sevgililer özlemle birbirine doyar,... biz sadece yatağın iki ayrı köşesinde oturur, o odanın hikayesine sessiz bir hikaye daha katardık beraber... Çocukluğumuz gibi mutlu olur, beraber geçirdiğimiz saati kollar ve beraber oldukça daha çok özlerdik birbirimizi... Berjer bize bakar, biz aynadaki sırtlarımıza bakar, o sessizlikte, bizim dışımızdaki hayatın aktığını bilirdik sadece...
Gece biter, gün doğar, biz odayı yaşardık, içine kattığımız tüm renklerle.. Öğlen saat 12’ye doğru, odayı boşaltmadan önce göz göze sarılır, odayı sessiz Bizsizliğe terkederdik. Sonra ayrı ayrı, kendi hayatlarımızın gri gürültüsüne karışırdık.
Hayatlarımızın içindeyken o odayı hatırlasakta, susar ve sadece bize aitmiş gibi bilirdik orayı...
Bir gün tesadüfün bittiği köşede, resepsiyonun önünde, sessizce vedalaştık ve anahtarı teslim ettik görevliye...
Orada birbirimiz için yüreğimizden geçenleri de bıraktık.
Oda artık siyah-beyazdı.
Yatağın oturduğumuz o iki ucunun ortasında, duvarda, bir çerçeve görülürdü aynada...
Sadece o hatıra olarak kaldı hafızamda...
Çerçevelenmiş siyah beyaz bir fotoğraftı bu...
Fotoğrafta bir yol, onu çevreleyen ağaçlar... Ve bulutlar vardı.
Herşey siyah-beyazdı ama bulutların arasından rengarenk bir gökkuşağı çıkardı...
Bir ucunda ben, diğer ucunda da sen...
İşte o yüzden her gökkuşağı gördüğümde...
Siyah beyaza dönüyor herşey ve sessizleşiyorum bilmeden...
Belki de o an gökkuşağının hangi tarafında olduğunu
bir türlü bilemediğimden...
Brajeshwari.dd / 28.04.2010