Uykularım düzensiz... Yaklaşık bir aydır yaşanmayan bir evde, toparlanmaya çalışıyorum. Sürece göre hızlı toparlanıyorum hatta... Bir an önce bu düzensizlikten çıkmak tek dileğim... Evde kutular tam bir koridor boyu duruyor. Attıklarımı söylemiyorum bile... Dokunduğum herşeyi elime alıyorum, yerleştirirken soruyorum. Neler buluyorum bir bilseniz... Hiç o dolaplara girmeyecek şeyler var, kaybettiğimi sandığım bazı şeylerle karşılaşıyorum bazen... ve ben bunları yaparken, içimde hayatımda da nerelere dokunuyorum kimbilir...
Yaşama alanlarımız kendi auralarımızın içinde... Yatak başı, diğer odadaki kütüphane ile sırt sırta dayanmaması gerekliydi. Böylece uyku daha derin olur diye öğrenmiştim. Ama yatağı başka şekilde konumlandıramamıştık. Tüm uykularımda uçtuğumu gördüm sıklıkla... Kütüphanemde yogayla, metafizikle ilgili kitaplar vardı diye belki de... Mutfağım hep yaşanır ve düzenliydi. Orası yemeğin yapıldığı yer... Bereketin, aile birliğinin bir tutulduğu özel bir alan... Ne garip, herşeyi topluyorum şimdi... İçimdeki anlamlarını kaybediyor dağınık oda, mutfak ve ben garip bir şekilde yaşayamıyorum evin içinde...
Yemek yemem lazım... Ama saat çok erken... Biraz daha dayanayım, dışarı çıkar yerim diyip, atıştırmak için minik birşeyler bulmaya mutfağa gidiyorum. Mutfakta ilgimi bir torba dolusu açılmamış haribo paketi çekiyor. Güya kendimi ödüllendiriyorum. Aç karnına haribo yemeyin sakın, şeker komasıydı yaşadığım sanki, ter basıyor beni, koltukta uyuya kalıyorum. Kalktığımda yemek için geç kaldığımı fark edince, kızıyorum kendime... Haribonun etkilerini azaltmak için duşa giriyorum. Çıktığımda deli gibi yağmur yağıyor. Saçlarım ıslak ( yağmurda ıslanmış gibi görünür düşüncesiyle) öyle kurutmadan sokağa atıyorum kendimi... Yağmur o kadar güzel yağıyor ki... Yürümeye karar veriyorum. Sitenin içersinde ağaçların arasında yürüyüş yollarında kaybediyorum kendimi... Doğa nasılda sakinleştiriyor beni... İçimdeki düzensizliğin hepsi yok oluyor. O an yağmurun altında, evde, kutuların arasında olmaktan daha huzurlu olduğumu hissediyorum. Hem sitenin bahçesine de veda etmiş olurum diyorum. Yol boyunca kimse karşıma çıkmıyor. Evlerin içine takılıyor gözlerim... Bibloları yerli yerinde, köşe ışıkları evdeki huzuru hissettiriyor. Büyük ihtimalle yemekte yemişlerdir diye, kıskanıyorum onların yemek rituelini... Evimde huzurlu düzenimi özlediğimi hissediyorum. Herşeyin çok güzel olacağını bilsemde, söylenmek için susturulmadan söyleniyorum işte... Bu çünkü yaşadığım... kendime konuşuyorum.
Sitenin köşesindeki Starbuckstan kahve almaya karar veriyorum. Tabi genç nufusun hepsi kolsuz tshirtler, açık ayakkabılarla oturmuş, dışarıdaki yağmuru izliyor. Ben puantiyeli plastik çizmelerim, yağmurluğum ve kedi kulaklı şemsiyem ile içeri girdiğim gibi uzaylı bakışlara maruz kalıyorum. İçimden “ne bakıyorsunuz, dışarıda yağmur yağıyor” demek geliyor. Kahvemi alıp, yabancı bakışlardan uzakta olmak istiyorum. Ben yaz mevsimini hissetmiyorum, eskisi gibi o mekanın sahibi gibi de hissedemiyorum kendimi artık...
Kahvemi aldığım gibi, evin yakınlarında, ağaçların arasındaki bir çardağa doğru yürüyorum. Bank ıslak, ben ıslak, şemsiyeyi omzuma dayıyorum. Oturup gözlerimi kapatarak dinliyorum. 2 haftadır koşturmacadan yoga yapamadım, bu an kaçmaz diyip gözlerimi kapatıyorum. Yağmurun sesiyle meditasyon kendi kendine başlıyor. Onun için dışardayım sanki... Doğayla eşleştirmek için bozulan enerjimi... ipodumdan yağmura uygun bir muzik seçiyorum. Yağmur sesini duyduğum anlar geliyor aklıma... Yoga merkezinde bir kutlama var ve dans ediyoruz bu şarkıyla, dışarıda yağmur yağıyor... Başka bir an geliyor sonra aklıma, tam derste dinlenmeye geçtiğimizde müziği kapatıp, pencereleri açıyorum, çünkü dışarıda yağmur yağıyor... Arabayla işten dönüyorum, yağmur yağarken sesli sesli bu şarkıyı söylüyorum.... Evdeyim, özene bezene yemek hazırlayacağım, bu şarkının olduğu cd’i takıyorum... Hatırlıyorum. Gözlerimden yaşlar süzülüyor. Hocamın dediği gibi ‘Duygumu yaşıyorum’, baskılamıyorum kendimi... Sonra üzerimde derin bir gevşeme hissediyorum yağmurla beraber... Gülümsüyorum... İşte o an gökyüzünde çakan bir şimşek, kapalı göz kapaklarımın arkasından ışık olarak ürpertiyor beni... Bana mı işaret bu ışık, dediğim oluyor. Neye duygulanırsam duygulanayım biliyorum herşeyin iyi olacağını... Doğru mesaj içimden geliyor.
Diyor ki okuduğum metinde, önünüze çıkan herşey sizsiniz. Sizin başka yüzleriniz... Onları affettiniz mi, barıştınız mı... Bunu görmek için gelirler tekrar karşınıza... Bitirdiniz mi öfkenizi, sevgiyle kabul ettiniz mi o yüzlerinizi... Ne garip, önüme çıkmış olanları özleyeceğimi düşündüğüm için duygusallaşıyorum ben... ve aslında neyi kucaklayacağımı bilmediğimden belki de boşaltıyorum dolaplarımı, yırtıyorum günlüklerimi, böyle hazırlıyorum kendimi... Boşlukta ferah ferah buluşalım diye... ve tüm yaşadığım duygusallığın bir yanılsama olduğunu da o kadar iyi biliyorum ki... Bunu yaşamazsam, izin vermezsem temizlenmeyeceğimi de biliyorum... İzin veriyorum, boşalttığım dolaplar gibi, içimde de temizlenmek istiyorum...
Bir saat yağmurun altında zaman geçiriyorum. Sessiz, sakin ama huzurlu... Hazır hissettiğimde evin yolunu tutuyorum.
Kapıyı açıp, içeri girdiğimde artık kendimi daha iyi hissediyorum.
Yağmur hala yağıyor...
.
.
Brajeshwari /05.07.2010
.
Yağmurla beraber bu şarkıyı dinledim. Tık !
Krishna Das / Baba Hanuman