05 Kasım 2013

Duygusal Ağaçlar...

Ağaçların gövdesinde bulunan yaş halkaları, Bartholomäus Traubeck isimli bir araştırmacı tarafından ses dalgalarına dönüştürülmüş.
Traubeck, Playstation’ın içerisine yerleştirilen diskleri okumak için kullandığı göz ile plakçalarınkine benzer bir sistem kurmuş. Ardından ağaç gövdesinden bir ‘plak’ yapmış. Sistem ağaçların gücünü, büyüklüğünü ve yaşını tespit etmek için kullanılan yaş halkalarını sese dönüştürüyor ve ortaya hemen aşağıda dinleyebileceğiniz oldukça duygusal bir piyano bestesi çıkıyor:

YEARS from Bartholomäus Traubeck on Vimeo.

Tüm metin ve video http://www.hafifmuzik.org/haber/agaclarin-bu-kadar-duygusal-oldugunu-bilmezdik/ adresinden alınmıştır.

19 Ekim 2013

Yeşile doyMA!

Şehrimin güzel ağaçları anısına...



Dışardan gelmiş, eteğimi çıkarmış, altımdaki mus çoraplarımla battaniyenin altına girip pencereden bakıyordum.  İlkokulda da okuldan gelip, önlüğümü çıkarınca evde böyle dolaşırdım. Hoş bir özgürlük hissederdim böyleyken... Tatlı sarman kedim Obi’de yanımda, battaniyenin üstünde yerini aldı. Bir yandan bana sürtünüyor, bir yandan gorgorluyordu. Ne büyük mutluluktu şu an…

Pazara gitmiştim. Nanenin, maydanozun, rokanın, dereotunun en tazesini seçmek bana hep taze bir his verirdi. Her bir yaprağı tek tek yıkayıp, sonra onları salata tabağında, limon ve nar ekşisiyle karıştırıp, hazırladığım bu yeşil şölenin keyfini düşünerek, mutlu olarak eve gelmiştim.

Camdan bakıyordum… Bulutlar geçip gidiyordu o an… Gözlerim doldu niyeyse… İçimden hayatın, bir anın uçuştuğunu hissettim. Niye gözleri dolardı insanın? Hep bilir miydi ağlamalarının nedenini?  Panik olur muydu benim gibi, ağlamak istediğinde nedenini bulmak adına? Nedensiz gözlerimden yaşlar akarken, bırak dedim ağla… sorma neden geldiğini bu duygunun…

Pazara giderken ODTÜ Ormanın yanından geçmiştim. Dün gece yapılan baskınla kesilen ağaçların acısını mı hissetmiştim acaba… Sanırım… Kendime niye ağlıyorsun diye sorduğumda, o görüntü gelmişti aklıma… Ağaçlar kesilince ağlayabilir miydi insanlar? Ve bunu binlerce acıyla bağlayabilir miydi?

Bir arkadaşımın sabah yazdığı ileti aklıma geldi. “Daniel Goleman Duygusal zeka konusunda çığır açan bir kitap yazmış ve uzun süren çalışmalar yapmış bir bilim adamı-yazar. Yazdığı "Duygusal Zeka" isimli kitapta, duygusal zekanın 5 boyutundan bahseder. Bu boyutlardan dördüncü sırada olanı "EMPATİ"dir. Ancak empati sadece karşımızdaki kişinin ne hissettiğini anlayabilme becerisi kadar basit bir şey değildir. Daha doğrusu empatinin en alt aşaması başkalarını anlayabilme becerisi iken, en üst aşaması diğer canlılarla ve doğayla bağ kurabilme, onların hislerini anlayabilme becerisidir. “ diye yazmıştı.

Süt kuzusu diye alınan etler var ya… O kuzuların annelerinden ayrılışlarındaki çığlıkları duysak yine de yer miydik o tazecik etlerini? Şişko ve semiz etli olsunlar diye, dar kafeslere tekil yerleştirilen tavukların, kendi ağırlıklarını taşıyamayacak kadar büyüdükten sonra bacaklarının kırılarak ölüşlerini seyretsek, pişmiş butlarını sıyırarak yiyebilir miydik  afiyetle? Ağıllarında hiç güneş ışığı görmemiş ineklerin, ağıllarından ilk kez çıktıklarında hoplayarak koşmalarındaki mutluluğa tanık olsak, neyi kurban edebilirdik bayramda?

Düşünüyordum… Obi yanımda oturmuş, şifacı bir perdeden gorgorlayarak göğüs kafesini titretiyordu. Varlığına tekrar tekrar şükrederek sevdim onu…

Ağaçları kesmişlerdi Odtü’nün Eskişehir yoluna bakan ormanında… Kel bir arazi de yürüyen insanlar vardı. Manzarayı hatırladıkça canım acıdı. Bir ağacın toprağa sarılışındaki tutku, varoluş biçimleri hep çok saygı duyulası gelmiştir. Yurtdışına giden arkadaşlarımın parklarda çektiği bir kaç fotoğraf aklıma geldi. Yemyeşil, huzur dolu, sonsuz görünüşteki binlerce renk ve ton… Altına düştükleri ileti aklımda kalmış “ yeşile doyduk”.

Yeşile doymak, yeşil açlığındandı belki de… Ben hiç yeşile doymam, bulutlara doymam, yürümeye doymam, kedilere de doyamam sanırım… Zaman zaman Afrika’daki insan girmez, yabani hayvanların yaşadığı ormanları bile düşünürüm. Ne çok bilmediğim bitki, ne kadar çok yaşam, denge, hayat bir arada… Bir insan orada korkuyu da, saygıyı da hissedebilir. Orada olsam, kendi yaşamımı sağlamak için onları yok etmek yerine o dengeyi anlamak, bir parçası olmak isterdim... Bunu nasıl becerebileceğime dair düşünürüm zaman zaman...

Yoga dersi bittiğinde yavaşlayan nefesler, dinginleşen zihinlere… “hızlıca kalkmayın, yavaş hareket edin ve yaptığınız her şeyin farkına vararak yapın” derim… “Suyunuzu içecekseniz, şişeyi kavrayışınıza bakın, hangi parmak daha sıkı tutuyor şişeyi, fark ettiniz mi? Kolunuzu eğişinize, dudaklarınıza şişenin ağzınıza değişine, ilk yudumun damakla buluşmasına, boğazdan geçişine, ilerleyişine, o an hissettiğiniz hisse şahit olun… veya çoraplarınızı giyiyorsanız, ayaklarınıza bakın, çorabınızı kıvırışınıza, parmaklarınıza bükülme emri verişinize, çorabın ayağınıza girdiği an ki ısındığınız hissine şahit olun…"

Böyle bir şey yaşamak… 
Yavaş ve farkında…

Suyu yavaş için, çoraplarınızı farkındalıkla giyin, 
ağaçları çok sevin ve "asla asla yeşile doymayın" dilerim…




27 Ağustos 2013

Konuşabilir miyiz?

Tatil tatil diye iç organlarım bile bağırıyor artık. Eylül ayı, tatil için güzel dedik ve hiç bir yere gidemeden tüm yazın sıcağında Ankara'da nöbet bekledik.

Uzun zamandır tatili bekleyince, o bir haftaya sığdırmak istediklerimde çoğalıyor gitgide... Uyku, miskinlik, uzaklara boş boş bakmak, sahilde bira sonrası uykuya dalmak, terliksiz dolaşmak, beyaz çarşaf, camdan esen rüzgar, yeni tatlar, çakırkeyf olmak, rakılamak, bir kitabın içinde cümlelerin arasında kaybolmak, sabah yürüyüşleri, mutlu insanlar görmek, tenindeki tuz gerginliği, yat gezisinde ayaklarını sallandırmak denize...

Benim liste böyle gidiyor... Ama tüm bunların yanında bu sefer tatile Nikon'u da taşımayı göze alıp gideceğim. Gözlerim devamlı fotoğraf çekiyor. Çekerken içimden cümleler geçiyor diğer yandan... Kaş neler söylecek bana merak ediyorum fotoğraflarla....

Cümle demişken, cümleler geçerken içimden biriktirmeye başladım güzellerini... İçimi açan, mutlulukla, umutla dolduran sözler biriktiriyorum. O sözlerin karelerini çekmek istiyorum tatilde... Gördüğümün ötesinde, konuşsun fotoğraflar dillensin bir de...

Sizlerde de güzel cümleler var mı böyle? Ben tatile çıkmadan cebime doldursam onları, sonra kare kare çeksem de, bloğumda yayınlasam o fotoğrafları keşke...

Eylül'ün 2.haftası tatilim başlıyor. Blogumu kim izliyor, kim sadece okuyup gidiyor bilmiyorum ama yine de yorum olarak bana fotoğraf karelerinin ilk heyecanlarını yaşatacağınız sözlerden çok umutluyum...

(Şunu da söylemem gerekiyor. Arabesk, sevgili-aşk sözlerİ değil de, hayatla ilgili sözler daha heyecanlandırıyor beni....)

Teşekkürler.... şimdiden...:)

Fotoğraf @Eymir gölü -Bisiklet tur

'Unutma ki, dünya senin yalın ayaklarını hissetmekten mest, rüzgar ise saçınla oynamaya hasret'  Halil Cibran

20 Ağustos 2013

Zaten Mükemmeliz...



Evi tertemiz yaptığımda, aslında hala temizlenmeyen yerleri gözüme çarpar. Perdeler yıkanmalı, kitaplık boşaltılıp, silinmeli, bardaklar çamaşır suyuna konmalı… Fakat bunun sonu yoktur, temizliğin yapılan kadarı o gün için yeterlidir.

Yer yer kendi içimi de böyle hissederim. 

Çağımızın hastalığı her şeyin mükemmel olmasını istemek belki… Mükemmellik için kendini yiyenlerle dolu çevrem. Onlardan biri de benim… Yaptığım en iyi işlerde bile hep bir tamamlanmamışlık hissiyle kıvranan ben… İyi bir iltifat aldığımda “gerçekten mi” diye soran, sonrasında “aslında…” diye başlayan işin daha mükemmel olması için aklımdan geçenleri anlatan yine ben!

Öğreniyorum..  
       Let it go… 
Affediyorum kendimi… 
      Yapamadığımı sandıklarımla kendime verdiğim eziyetten dolayı…
Özür diliyorum...
      Mükemmellik kaygımın ucunun dokunabileceği insanlara yaptıklarımdan dolayı…

Hafiflemeye başladım. Neyse her şey olması gerektiği gibi...

Sen, ben, hepimiz mükemmel olmaya çalışmamalıydık. 
Zaten mükemmel olduğumuzun farkına varmalıydık.

Bugün bisikletle Eymir’e gittik. 
   Doğa…  
    Ağaçlar… 
     Çam kokusu…  
         Yüzümü okşayan rüzgar… 
           Tam tükendiğimi düşündüğümde tekrar bacaklarıma yüklenen güç… 
              Nefes nefese kaldığım bir yokuşun sonundan aşağıya doğru boşta gitmek… 
                Yüreğim sanki tüm bunlardan sonra boş yerler açtı içinde… 
                      Kaç kez keyiften “ohh bee” dediğimi hatırlamıyorum.

Sonra evime geldim. 
    Sıcacık bir çay… 
       Yanımda gorgorlayan kedim… 
          Annemin yaptığı dolapta duran yemek… 
             Sabah yıkadığım çamaşırların mis kokusu… 
                                           Ohh be…

Sağlığımız… Nefes alışımız… Yarının yeni bir gün olacağının heyecanı… Ohh be…

Neye sahipsek, ne yaşamışsak, ne kadarını yapabilmişsek ohh bee…

Güzel anılara, dostluklara, gidenlere, kalanlara ohh bee…

Diyor ki, öğrenci hazırsa hocasını bulur.

Öğrenci hazır, hoca sevgi… 
hep sevgi...


Öğreneceğimiz daha çok şey var…
Çok sevin, çok sevilin dilerim....:)

Brajeshwari dd 20.08.2013


Aşka dair konuşursan, gerisini sen tamamla...

26 Temmuz 2013

Hamileler direnmeli mi? #direnhamile

Günlerdir gündemde olan başlıkları saysam, herhalde unuttuğum olur. Geçen ay direnişte kaybettiğimiz genç çocukların yasını tutmamız gerekirken, her gün önümüze yeni bir gündem yuvarlanıyor. Twitter'da başlatılan #cevapver etiketi altında yer alan sorulara, her geçen gün yenisi ekleniyor. Cevapları bekleye duralım, yeni sorular, yeni konular, yeni acılar üst üste…
İnsanın bir sürü sorusu olunca içi şişer, hırçınlaşır, öfkelenir. Sorunun cevaplanmayacağını bilmesi de çileden çıkarır insanı… Soran, sorgulayan, farkındalık yaratan, unutturmayan, konuyla ilgili mizah gücünü kullanan herkesi okuyor, takdir ediyorum. Fakat ben artık gündemi en az ilk gün olduğu gibi yakından takip etsem de, eskisi kadar aktif değilim.
Niye?
Bugün hamilelerle ilgili yazılanları okudum. (Çirkin şeyler doldurup, bloğun enerjisini bozmamak gayesiyle linkini buraya koymuyorum, görmüşsünüzdür veya arayıp bulabilirsiniz) Dünün öfkelendiğim konusu geçmemişti daha... Lobna’yı düşünüyor, Berkin’e dua ediyor, Ethem’in çocuğuna aklıma gidiyor, Lice kütüphanesine ne yollayabilirim diye kütüphaneme göz atıyor, tecavüze uğrayan engelli kızın hislerini yüreğimde dindirmeye çalışıyordum. Ara ara gözlerim ağaçlara takılıyordu. Ne güzellerdi. 
Her şey hakkında sorulacak, söylenecek çok şey vardı. Bugünün gündemi, bir kadının kutsallığından bahsedebilirdiniz. Dediklerinizi anlamaları için çırpınabilirdiniz. Hamileyken çekilmiş, göbeğiniz açıkta fotoğraflar yayınlayabilirdiniz. Twitter’da konuyu anlamayan ayıpçı kesime “Pardon, sizi Meryem Ana mı doğurdu?” diyebilirdiniz…
O kadar çok şey yaşadık ve o kadar çok şey dedik ki, söylenmeyen bir şey kalmadı sanki...
Neyse ki, oyunu görüyoruz artık.. Farkındalığımız yükseldi. Fakat hala öfkelenmemiz, kızmamız çok kolay…. Öfke eski bir enerji... Öfkeyi bırakmalı... Öfkeyi seçmemeli....
Şimdi değişelim diyoruz ya… Değişelim…
Bu oyuna katılmayalım, eski enerjiyi öfkeyi, kızgınlığı bırakalım. Bırakalım oyunu… Onlar oyunu oynasın. Uzaktan bakalım sadece… Konuyla ilgilensek bile enerjimizi, onlara, düşüncelerine, sapkınlıklarına vermeyelim, büyütmeyelim o enerjiyi…
TV izlemeyi bıraktım. Bol bol yoga yapıyorum. Dua ediyorum sonra... Işık yolluyorum aklıma geldikçe onlar,... tekrar konuşmayı öğrenen Lobna'ya, uyanmasını beklediğim kara gözlü Berkin'e, tanımasam da gülüşünde çok özlediğim bir şey olan Ali'ciğe, aklımdan görüntüsü gitmeyen Ethem'e, babasını özleyen Ethem'in kızına, uyanıp annesini görünce ağlayan, beni de mutluluktan ağlatan Ali Tombul'a, ...
Ağız dolusu iletiler yazmak yerine, sevdiklerimle konuşuyorum. Paylaşarak sakinleştiriyorum içimi... Şükrediyorum sonra, daha çok teşekkür ediyorum sözlerimde... Gidenlere, yeniye, gelecek olanın hayırlı olduğuna inanarak teslim oluyorum akışa… Gülümsemeye çalışıyorum, asansörde, derslerde insanlara... Sabahları doğada yürüyüşler yapıyorum. Ağaçların, doğanın, adım atmanın, aldığım nefesin ne kadar değerli olduğunu hissediyorum... İçimi temizlemeye çalışıyorum. En iyi direnişin, "kalbi temiz tutmak" olduğunu hatırlaya hatırlaya...
Bugün, şimdi, çok söz söylemek yerine, hamileliklerine şahit olduğum canım arkadaşlarımı, doğumlarını fotoğrafladığım güzel kadınları ve onların güzel kuzularını düşünüp, sevgimi yolluyorum.

#direnhamile yerine, "diren" kelimesini gördüğüm her yere #sevgi koyuyorum
Gündem ne olursa olsun, onlar ne derse desin,
bizim tersine iyiyi, güzeli beslememiz gerekiyor.
Bir'lik, aynı şeye kızarak değil, aynı şeyi sevip büyüterek oluşur.
Biz Bir’iz…
Sevmeye ve sevgiyi çoğaltmaya devam....
Hadi şimdi, kalbine bak ve içine bolca sevgi doldur.


Brajeshwari dd. -26/7/2013
 
 

09 Temmuz 2013

Sofrayı paylaşmak...... #yeryuzusofralari #yeryuzuiftari

 
ne güzelsiniz yahu siz... Bir öfkenin eşiğinden, bir duygunun dibine gidip geliyorum. Hepsini bir günde yaşamak zor geliyor bazen... Salınıyorum yer yer... Merkezlenmem zaman alıyor. Sonra  bir şey oluyor, bir sofra kuruluyor 8.5 km uzunluğunda... tüm ruhumla, o sofradaki herkesi sevdiğimi hissediyorum gözlerim dolu dolu...
 
Yemek benim için çok özeldir. Paylaşmaktır öncelikle.... Fakat o yemeğin bir enerjisi vardır. Anne yemeği gibi, içine sevgi katılmıştır mutlaka... İşte o yemek lezzetlidir.
 
Yemek sadece yemek yemek- enerji kazanmak için değildir. Bir kere malzemelerin özenle seçilmesi gerekir, emek ister, yapanın enerjisi, niyeti bulaşır yemeğe... Ondandır anne yemeği vazgeçilmezdir. Ondandır belki de bazen yemeği yapanın enerjisini sevmiyorsanız, yiyememeniz o yemeği...
 
Ben evime gelen herkesi yediririm. Mutlaka evde yiyecek bir şeyler vardır. Hatta hep fazla fazla yaparım ki, annemlere, ziyarete gittiğim arkadaşlarıma da paketler götürürüm yemeğimi... Ekmek yaparım sık sık mesela... Tek kişi o kadar ekmeği yiyemeyeceğim için, yaparken yarısının kime gideceği hep bellidir. Böylece 'sevgim geçer midelerinden' diye düşünürüm... Yabancılardan, sadece size yiyecek ne verdiğini bilmemenin dışında, yemeğin içine ne niyet kattığını bilmeden de bir şey alıp, yemeyin...
 
Yemek bütünleyici, toplayıcıdır. Bir evde masada oturmak ve beraber yemek yeme şartı bence çok gereklidir. O masada beraber olalım, dileği dışında, o enerjiyi de beraber paylaşalım'dır diğer anlamı.... ve hep bakarım, ilişkisi sekteye uğramış evliliklerde önce yemek kesilir. Kadın yemek yapmayı keser, o evin bereketi de kaçmaya başlar böyle böyle.... Anneannem, dedemle yıllarca didişip dursa da masasından yemeğini hiç eksik etmezdi. Çünkü büyüklerimiz törelerine bağlı kalmanın yanında, aslında şaman bilgilerini bizden daha temiz taşıyordu bence... Kadın, yaptığı yemekle evini bir tutan, bereketi o yemekle arttırandı.
 
Yemek bu yüzden çok değerli. Benim çok komik anılarım var bununla ilgili...Bir tencere nohut yemeğini tatile giderken buzdolabında bırakmış annem, telefonla 'o yemeği al bozulur dolapta' dediğinde, bir tencere yemeği kendi evime getirmeden ağlaya ağlaya, sevgi dola dola yediğimi bilirim mutfak masasında....
 
Sofranızı kurun, yemeğinizi hep sevgi katın...
Sevdiklerinize söyleyemediğiniz, cümleleştiremediğiniz tüm güzellikler o yemekle ulaşır.
 
Yeryüzünün sofraları, yeryüzü iftarı bu yüzden çok değerli ve anlamlı.... Bir olduk artık. Kocaman BİR aileyiz...Bugün Taksimde kurulan 8.5 km'lik upuzun bir masanın ardına kendi evimizdeki yemek masaları da eklendi aslında....
 
Sofralarımız hep bereketli olsun, Allah kabul etsin.
 
 
 

08 Temmuz 2013

Nerdesin Aşkım, Burdayım Aşkım…. #direnayol #dönmeyiz

30 Haziran 2013, LGBT Onur Haftası'nın yıldız günüydü belki de. On binler sokağa döküldü; direnen halk bu sefer de LGBT bireylerin hakları için sokaktaydı, onlarlaydı. “Sevişe sevişe kazanacağız” dediler, “Yasak ne ayol” diye bizi güldürdüler, renkleriyle, farklılıklarıyla, zekaları, neşeleriyle birbirinden güzel insan ve onların varlığını destekleyen binlerce direnişçi yan yanaydı. Onlar vardı. Onlar hep olacaktı. Farklılıkların yok olduğu ve hepimizin önce “İnsan” olduğunu hatırlatan bir renk karnavalıydı.
LGBT Onur Yürüyüşü'nü hepiniz izlemişsinizdir. O zaman şu sloganı da duymuşsunuzdur… “Nerdesin Aşkım, Burdayım Aşkım” Bu beni hep gülümseten, ağzıma takılan bir slogan oldu. Evde, çalışırken, araba kullanırken aklıma geldikçe söyleyip durdum, gülümsedim.

Bazı arkadaşlarım bunun Cem Yılmaz’ın en son gösterisinden çıktığını söyledi. İzlemiştim ama bu kadar aklıma yer etmemiş belli ki… Bazı arkadaşlarım, “Nerdesin asker” söylemine gönderme olduğunu söyledi. Askerlikle alakalı ol(a)madığım için bilemememin normal olduğunu düşündüm. Bu sloganı söyledikçe, Gezi ruhuna uygun, Gezi'yle beraber canlanan 'ortak aklın' aslında başka bir mesajı da söylediğini hissettim.
Nerdesin Aşkım?
Sordunuz mu hiç aşk nerede diye? Aşkınız nerede diye? Ya da aşk ilişkiden uçup gittiğinde o yürek dolusu aşkı tekrar aradığınız oldu mu? Birbirlerine sırf, sevgili/eş oldukları için alışkanlıktan “Aşkım” diyen insanları görüp, kelimenin “Canım”, “Hayatım” gibi sıfatlarla değişebilecek kadar esneyebildiğini de gördünüz mü?

Sahi neredeydi Aşk?
Aradık, bulduk, kaybettik, beceremedik, yanıldık… Sonra başka bir Aşk bulduk. Aşk sandık… Nerdesin Aşkım diye sorduğumuzda, hep yanımızda, burada sandık.  Aşkın içini boşalttık bazen… Aşk biter, yerini sevgi alır, saygı alır da dedik değil mi?

AŞK?
Aşk neydi kafamız karışıktı… Bir insanın yansımasında gördüğümüz bizdi ya da ait olma hissiydi yürekten, ruhla, bir bütün olarak… O; sever, korur, hep yanındaydı, ayakların bir karış havada yaşatan, kalbini pır pır ettiren, sonsuza kadar sürecek bir şeydi.
Aşktan bahsediyoruz ama aşk aslında sevginin sonsuz kaynağında, elindeki kabınla, alıp alıp yıkanmaktı. Sevgiyle her arınışta, yeniden doğmaktı. Korkulardan arınmaktı, sen olmayandan arınmaktı, güzelliklerle bezenmekti. İçindeki o kaynağı bulabildiğin için, bulmana yardım eden surete müteşşekkür olmaktı. Sonsuza kadar, sevgiyle, büyülü bir ruh haliydi. Senden gülümseyen ve  başkalarına akacak binlerce pırıltıydı. Seni olduğun gibi sevendi, çok sevendi. Öyle bir ruh haliydi ki, ‘dünyayı turla benim için dese’, uçarak yılmadan turlatırdı içindeki güç ve şevk…  Aşk delice bir şeydi. Bir adam ya da bir kadın değildi. Onlar aracıydı. Aşk yuvada olmaktı. Çok sevildiğini tüm hücrelerinle bilmekti.
Nerdesin Aşkım, Burdayım Aşkım…
Nerdeydi bu aşk peki?  
Köşe başında tesadüf eseri çarpıştığın bir adamı/ kadını beklemek gibiydi bazen…Bazen arayarak bulunacak bir şeydi belki… Bir suretti aranan…  Sevginin kaynağına gidebilmek için elini tutabileceğin biriydi belki de… Sen hep hazırdın. O gelecekti. Belki ilişkinin içinde kaybetmiştin o seni kendinden alan kaynağa giden yolu… O eli tutup, tekrar aynı yere gidebilmek için uğraştığın olmuştu.
Soru çok güzel…
“Nerdesin Aşkım”   ve cevapta senden geliyor “ Burdayım Aşkım”…
Yüreğine bak…
Sonsuz sevgi kaynağının önündesin…
Kendini o sevgiye bula… ışıklan…parla…yüksel herşeyden…
Gökkuşağının tüm renklerinin altında huzuru, mutluluğu ve aşkı bul…
Tekrar ettiğinde yolu bulacaksın…
“nerdesin Aşkım, burdayım Aşkım….”
Aşk sende…
.
.
Brajeshwari_1 Temmuz 2013

02 Temmuz 2013

Konuşa Konuşa.... sevgi / Park Forumları

 
 
Konuşmak, hep yaptığımız gibi... Ona buna bir şey anlatmak, kızmak, söylenmek.... o veya bu şekilde konuşmak... Hep konuşuruz biz... Ama hiç böyle bir konuşmaya şahit olmamıştık... Nasıl mı?
 
Geçen gün Tunalı'da Kuğulu Park foruma gitme şansını yakaladım. Evim şehirden uzakta, işlerim de yoğun olunca zor zaman bulabildim. Bir yanım konuşulanları merak ederken, bir yanım ilk kez zaman bulabilmenin suçluluğuyla kavrularak, çimlerdeki yerimi aldım. Forumlarda neler konuşulduğunu internet üzerinden www.parklarbizim.blogspot.com adresinden okusam da, bu bambaşkaydı.
 
İki avukatın, "Direnişin 1.ayında eylemlerin hukuki boyutu"  konu başlığında yapılan bu forumda  ilgimi bu iki avukat dışında en çok mikrofonda konuşmak için söz alanlar çekti.
 
5 kişinin konuşmasına şahit oldum. Biri inşaat işçisiydi, biri eylemlerde gözaltına alınmış emekli öğretmen bir bayandı, biri genç bir üniversite öğrencisiydi, bir de deniz kaptanı vardı konuşanlar arasında... Hepsi bambaşka kültürlerden, bambaşka hikayelerle oradaydı. Öfkeleri, olaya yaklaşımları farklı farklıydı. Ama konuşuyorlardı. Konuşmak, bir topluluğun karşısında, bütün samimiyetinle, zorunlu olmadığın bir duruma rağmen, anlatmak kendi kelimelerinle, bir metine bağlı kalmadan, belki ilk kez bir mikrofonu tutarak, kime hitap ettiğini bilmeden, sadece konuşmak... Zordur tüm bunlar...
 
Mikrofon bana hep çok soğuk gelir. Bir kaç kez elime alıp, topluluğa konuşma yapmışlığım var. Ellerin titrer, sesin kulağına garip gelir mikrofon elindeyken... Anlattığına mı konsantre olmalısın, konuştuğun topluluğu mu takip edip, nabzı tutmalısın bilemezsin o an... Bu insanlar hiç öyle değildi. Söz çıkmak istiyordu yüreklerinden sanki...  Anlatmak istiyorlardı. Bazı konuşmalar hafif öfkeliydi ama o öfkenin sözden akması lazımdı. Bazı konuşmalar uzlaşmacıydı ama belki çimlerde oturanlar arasında henüz uzlaşma çizgisine gelen çok az insan vardı.
 
Yine de konuşmak... Sözlerin duygu kirliliğinden, cümlelerin anlamları dışında taşıyabileceği enerjilerden arınarak konuşup, cerahatini boşaltmak,... Bu çok garip bir enerji yaratıyordu parkta... Konuşarak sağaltılıyordu yaşananlar sözcüklerin gücüyle.... Aynı, hala devam etmekte olan direniş süresince, duygularımızın umutla - umutsuzluk arasında terazide sallanışı gibi,  sözler de terazinin iki tarafındaydı. Bir oraya - bir buraya ağırlıkları oynuyordu, ama sözde de doğruyu yakalamak için terazinin salınmasına ihtiyaç vardı.
 
"Ben ameliyim" dedi biri... Kimse ne bu adamı gözleriyle yerdi bu durum karşında, ne de vicdanını devreye sokup alkış yaptı bunu söylediğinde... O da bizdendi sonuçta... ve konuşmak, anlatmak istiyordu bu hiç tanımadığı kalabalığa içindekileri.... Aldığı maaştan bahsetti, geçimini anlattı. Güzelce toparladı konuşmasını, teşekkür etti. Alkışladık, aramızda olduğu için alkışladık. İçini dökebildiği için rahatladık sanki hepimiz... Dinlemek lazımdı artık... Dinleyerek anlamak.... Hepimizin ihtiyacı olan şey, dinlenildiğini, anlaşıldığını bilmek... Direnişin farkındalık çubuğu çokça yükselmişti "ötekini anlayabilmeye"  kadar... Sıklıkla bu hisle doldum etrafıma bakınırken....
 
"Ben emekli öğretmenim" dedi bir kadın.... Elinde torbası, ev alışverişini yapmış geçerken uğramış parka... Hepimizin annesine benziyordu. Mikrofonun ciddiyetini hissederek duruyordu yerinde... Eylemler zamanı gözaltına alınmış. Polislere kızgındı. Gözaltını hikayesini çok anlatmadı  ama şöyle dedi, " ben öğretmenim, benim yetiştirdiğim polisler de olmuştur". Bilirsiniz öğretmenler, herkesi öğrencisi görür ve hep "öğretmen" duruşunu sergiler. Kırılmıştı belli ki, kendi öğrencileri polis olmuş olabilirdi ve o öğrenciler bunu ona yapmazdı. Elindeki torbasını hiç bırakmadı, hazır ol duruşuyla konuşmasını bitirdi, alkışlandı. O konuşmayla bir şey başardı o kadın o gün, o topluluğun içinde bulundu, sözlerini anlatabildi. Eminim evine gittiğinde, alışveriş torbasını boşaltıp, aldıklarını buzdolabına yerleştirirken, içi birazcık daha rahatlamıştı. Çünkü anlaşılmıştı.
 
Konuşmak... bazen öylesine, bazen nedenli.... Bazen "ay! ne dedim ben" diyebileceğimiz kadar şuursuz... Bazen "iyi ki dedim" diyebileceğimiz kadar etkili.... Konuşmak, sırf konuşmak için bazen... Ama sıklıkla böyle ileteşebildiğimiz için... Tek yöntemimizin bu olduğunu sanarak...
 
Parkta kocaman bir aile gibiydik... Ağaçların altında nötrleniyorduk. Toprak şahitti. Herkes konuşabilir, herkes söylebilir dilediğini... Biz tek BİR enerji olmuştuk çoktan zaten... Hep beraber söylenecekleri bitirip, kalbimizdeki sevgiye varmak için çok sözden- az/ÖZ söze geçmek için akıtmalıydık sözlerin enerjilerini... Sonra sadeleşip, kalbimizdeki yere, sözsüz birbirimizi bildiğimiz yeri hatırlayacaktık böyle böyle....
 
 
Anlatmasan da biliyorum içini
ama anlat yine de dinlerim her şekilde
ve unutma anlıyorum seni....
 
Bu cümle yıllardır hepimizin duymaya özlem duyduğu şeydi.
Ötekileşme- anlaşılmadığında başlar. Anlamadığın şeye yabancı kalırsın.
 
Şimdi dinliyoruz.
 
Ağaçların gölgesinde, elimizin değdiği toprağın enerjisiyle biliyoruz, anlıyoruz biz birbirimizi, yüreğimizden geçenleri...
 
Bu biraz sürecek. Konuşacağız parklarda, ofislerde, mesai aralarında, aile sohbetlerinde... Herkes konuşacak, anlatacak. Kimse yargılanmayacak, yargı çünkü epeski bir enerji... Konuşan dinlenecek, anlamadayız çünkü... Anlayıştayız artık... Olduğu gibi kabul etmek yepyeni bir enerji... Konuştukça  boşalacak hırsımız, öfkemiz, yalanımız, kaygımız, umutsuzluğumuz... Umut yeşerecek, fikir yeşerecek, dostluk, kardeşlik yeşerecek tüm bunların yerine... Ortak akıl yol verecek yeşerenlere ve güzel şeyler olacak sonrasında...
 
İşte o zaman şimdilerde sıklıkla yüreğinizde hissettiğiniz, "bunca kargaşanın arasında bu da ne ola ki" dediğiniz ve gülümseten SEVGİ'yi yazacağız her yere...
 
Diren'meden....
sarılarak....
....birbirimize...
 
 
 
Brajeshwari.dd / 1 Temmuz 2013

30 Haziran 2013

Direniş, AŞK kadar güzel bir kelime.....

Dünyayı güzelliğin kurtaracağına ve bir insanı gerçek anlamda sevmekle her şeyin başlayacağına inanıyoruz.

İşte bu yüzden "Şiddet" değil, daha çok "Sevgi" çoğalsın istiyoruz.....



26 Haziran 2013

Umutla çoğalt enerjini #unutmayacağız


Kendime de yazıyorum aslındaUnutmamak için… Unutursam içim kurur!


Yıllarca “Biz unutkan bir milletiz” diye duymuşluğum var. Ben de unuturum. Kızgınlığı taşımayı beceremem. İçimin acı çekmesi, hatıralarımın unutulmak isteyip direnenlerle dolu olmasını tercih etmem. Unutmak aslında unutulması gerekenler içindir. Hatırlamaksa, unutulmaya yüz tutabilecek ama unutulsa yerine yenileri gelecek olanlara sarılıştır biraz… O yüzden burada unutmak, hep hatırlanacak şey değil, yeni bir şeyin artık hayatımızda var olacağını ve tamamen değiştireceğini hatırlatmak için kullanılır.

Ne ölen canları, ne yaralananları, ne de hala yaşam savaşı verenleri, yaşadıklarımızı unutamayız işte bu yüzden…

Biz “Hadi hemen olsun” milletiyiz. Hemen sonuç isteriz. Hemen bilmek isteriz. Sürecin ne zaman sonlanacağını bilmenin güvenini hissetmek isteriz. Sabır bizim dilimizde, biraz da acıda kavrulmaktır, o kavruluşta neye sabrettiğimizi unutan arabesk edebiyatımız vardır bir de… Sabır güzeldir. Arabesk edebiyatla hiç uyuşmayan bir şey söylemeliyim şimdi, Varmayı bekleme, yolun tadını çıkar.

Bazen için içini yiyor mu “Ne olacak şimdi” diye? Veya direnişin sonunda ne çıkacağını endişeyle düşünürken yakalıyor musun kendini? Evde işin var, parktaki foruma gitmemişsin, forumda konuşulanları düşünüp/okuyup bu oluşumdan neler çıkacağından da pek emin değil misin? Gençler, güzel kalpli insanlar bir şeyler yapmaya uğraştıkça ve “bazıları” aynı şeyleri söylemeye ve olan biteni görmemezliğe getirip, senin içindeki soruları daha çok -daha çok fazlalaştırdıkça yeni sorular, yeni kaygılar biriktirmeye başladığın oluyor mu? Peki n’olcak?

Olsun, ama sen bir de şöyle düşün…

26 gündür olanları düşün. Bunun adı Direniş…. Uzun sürebilir. Hemen olmayabilir Diriliş… Arabeske bağlama… Unut istersen yavaş yavaş ve acıyı sağalt içinden, hatırlama da hiç bir şey…

Ama yeniyi gör… Yeniye umut ver.

Şimdi herkes terazinin iki kefesinde salınıyor.
Bazıları daha çok yalan söylüyor, bazıları daha çok direniyor. Bazıları çok öfkeli, bazıları sakinliğe geçiş yapmış. Bazıları izliyor, bazıları hareket halinde… Bazıları yazıyor, bazıları okuyor. Bazıları eline viledasını almış evi temizliyor, diğerleri her şeyi geride bırakmışçasına arkadaşlarıyla içki içmeye gitmiş, ama o sırada bir diğeri işinden gelip koşa koşa foruma gidiyor, neler konuşuluyor okuyor bir diğeri… Birisi yaz tatiline çıkmış ama aklı şehrinin sokaklarında direnişte kalmış. Bazıları “diğer” TV kanallarını açmış, yine aynı diziyi- aynı haberi izliyor, bir diğeri tüy dökücü kreme rağmen aynı kanalda kalmaya kararlı… Bazıları hiç konuşmamış, diğerleri söyleyecek sözü olmayanları, nedenleriyle artık alanen farketmiş. Bazısı ona yöneltilen sorulara hala cevap verememiş, diğerleri sormaya hala devam etmiş.

Fakat tüm bunlar olurken yeni enerji çoktan bedenlerimize yüreğimize zerk olmuş. Hiç bir şey eskisi gibi olmayacakmış. Terazi bir bu yana bir o yana salınırken, sallanışı farket… Bırak salınsın. Ağır olanda duracak az zaman sonra….

Hiç bir şey bitmiş değil… Hiçbir can boşuna gitmedi.

Bir kapı var, kocaman aralık artık…
Geçtin oradan sen…

Denge için dengesizlik gerekir...
Terazi sallana dursun…
Sen içindeki ışığa bak… Yol uzun… ama bir o kadar da kıymetli…
Umudu çoğaltırsan, yürüyebilirsin.Yürürsen diri’lebilirsin…

Ve unutursan değil, çünkü unut(a)mayacaksın…
Asıl umutsuzluğa kapılırsan kurursun.
 
Umutla çoğalt kendini ve yeşert enerjini....
 

24 Haziran 2013

Kalbi dinlemek #duranadam

 
 
 
 
Durmak;
Durmak çok şey anlatır. Herkesin içine dönmesi gereken bir zamanda #duranadam eylemi gerçekten mutluluk vericiydi.  İçinde sorular, sorgular, korku, kaygı, düşünce varken durabilmek... Acı çekerken, kan akmışken durabilmek... Haksızlık yaşamış, hakkını ararken durabilmek...  Ayakta, dengede, dengeleyerek vücudu, içinden geçenleri dinlemek... Ayin, meditasyon, koca bir es, uzun bir köklenme, dengelenme.... Ağaç gibi köklenmek, sözün- iletişimin sözsel veya hareket enerjisinden sıyrılıp, yürekten geçenleri durarak kulak vermek... Her yer temiz olsun diyorsak önce kendi evimizin önünü temizlememiz gerekiyor. Bu yüzden bu içe dönüş, kendi kalplerimizden geçenleri anlamak, süzmek, temizlemek ve BİR sevgisine bağlanmak için değerli ve biricik bir eylemdi.

Yap, bekle ve izle
Yapmak -eylemin arkasından beklentiye girmeden,
Beklemek -Kurgu ve olasılıkları düşünmeden,
İzlemek- salt gözle- yormadan düşüncen ile...

Yeni enerjinin üzerimizde çok yoğun etkileri var. Terazi gibi bir korkuya -bir umuda yolculuğumuz sürüyor. Fakat terazi sallanarak bir süre sonra dengede durur. Bırakın sallansın. Ama umudu güçlendirerek bu süreçte düşüncelerimize dikkat etmek, öfkemize yenilmemek, dilimizde ve yüreğimizde pozitif şeyleri barındırmamız gerekiyor.

Ne olacak şimdi?
Şimdi ne olacağı gelecek yeniye ayak uydurarak, onun için eskileri atarak başlayabilir. Biz neyi hesap edersek edelim, hesap etmeden olanı görmeye ve farkındalığımızı güçlendirmeye çalışarak bu enerjiyle uyumlu yükselebiliriz.

Bir şey yapmak istiyorum?
Sistemin içinde, otoritenin arasında sıkışmış hayatlarımızda aslında eyleme nasıl katıldığınızdan çok, ortak akıla nasıl düşünce ürettiğinizde önemlidir. Bazı insanlar savaşçı, bazı insanlar şifacı, bazıları da enerjiyi dengeleyici olabilir. Doğaya çıkıp, enerjinizi temizlemek bile bu enerjiye çok büyük katkı sağlar. Mutlaka bir şey yapıyorsunuz ve mutlaka enerjiniz değiştikçe yapmanız gereken şey size gelecektir. Farkında olmanız ve bu farkındalıkla geleni görmeniz yeterlidir.

Neler olacak?
Olan bitenin ötesinde, annelerimizin babalarımızın karmalarını da kendi korku eşiklerimizi görüp, onları temizleyerek ve bu enerjiye uyum sağlayıp farkındalığımız geliştikçe ben ve benim geçmiş karmalarımda temizleniyor. Şu an sadece sen değil, aile bağında olan bir çok kişinin de karması temizleniyor, sen iyi ve farkında oldukça onları da yükseltecek bir enerjiyle donandıkça bu değişim onlara da sıçrayacak.

Asla umutsuzluk hissetme... Asla yüzünü düşürüp, korkularını besleme... Gerekiyorsa dua et, gerekiyorsa detox yap, oruç tut, gerekiyorsa kimseyle konuşma... Kendine göre yöntemini bul...
 
Yanılsamanın içindeki tek gerçek kalbinde....
Kalbini dinle, DUR orada ve gülümse.....
 
 
Brajeshwari.dd / 23.06.2013
 
(Son dönemde yine hissedebildiğim ve bunları yazabildiğim için yüreğim şükranla dolu.... Hızlı hızlı yazıyorum, çünkü benimde bloğumda gezi belleğine dair bir şeyler dursun istiyorum.  İçimden geçenleri uzun uzun yazacak güzel günlerin geleceğini biliyor ve gülümsüyorum.) 

19 Haziran 2013

Yeni dünya düzeni #direngezi

 
 
 
Bu Kadar süre içinde ne yaptık?

Gerek sokaklarda, gerek bilgisayar başında direndik. Biber gazından kaçtık, sloganlar attık, güldük, yer yer ağladık, fikirler ürettik, yorumlar kattık, her şeyi paylaştık. Zaman, olaylar her an değişiyor. Bu süreç çalışmaya başladı. Herkes uyanıyor yavaş veya hızlı, bir şekilde...

Şimdi hepimizin yaşadığımız süreçte kendine bakması gerek. Direnişte nasıl bir duruş sergiledi?

Öncelikle sosyal medyanın gücünü hepimiz öğrendik. Sıcak sakin evlerimizden dün #evedön etiketiyle sokaktaki bir sürü insana ulaşıldı. Evine dönemeyenler “ iyi diyorsunuz da, otobüs yok” diye cevap verse de, evine dönenler çoğunluktaydı.

Bu demek ki, “ortak akıl” çalışıyor. Yani hissettiğimiz ve düşündüğümüz tek bir akıl! Kaygı duyuyorsan, kaygıyı yaratıyorsun. Korkuyorsan, hepimiz korkuyoruz.

Sosyal medyayı doğru kullanmamız gerekiyor. Bu gündemin bize öğretilerinden biri de olsun bu… Paylaştığımız şey o an neye hizmet ediyor? Mesela revirler, telefon numaraları, acil çağrılar… Listenizdeki çoğu arkadaşınız, belki İstanbul’da yaşamıyor, belki sokağa çıkamıyor, belki bir şeyler yapamadığı için kendini kötü hissediyor. Bu paylaşımlar onlarda bir şeyler yapamamanın verdiği kaygıyı, huzursuzluğu ve çokça çaresizliği yaratabilir mi? düşünmek gerek… Bunun yerine belki o gün dışarı çıkmış biriyle özel bilgi paylaşımını yapabiliriz. Böylece bir şeyler yapmalıyım bilinciyle, bilinçsizce kaygıyı yaratmamış oluruz. Korkuyu, Kaygıyı, Öfkeyi içinizde -iletilerinizde besledikçe büyüyüp, başkalarına sıçrayacaktır. Bunun yerine hepimizin BiR olduğunu hatırla, hatırlat!

Herkesin öfkelendiğini biliyorum. Fakat bu çok büyük bir sınav… Şiddetsiz direnişte, nasıl satır-bıçak yoksa, küfür de olmamalı… İletilerde artık daha ılımlı bir dil kullanılmalı.. Hepimiz bunlar ve onlar oldurmaya çalışılırken, özellikle BİZ olmaya ve iletilerde küfre, onların yaptığı, bizim yaptığımız gibi ayrımlara gidilmemeye dikkat etmeli, yapamayanları da bu konuda uyarmalıyız.

Sokağa çıkmalı mı? Belki çıkmalı… Bunu zaman gösterecek. Fakat dışarıda oluşabilecek her tür tehlikeli şey, lehinize olur. Gezi ruhu temiz kalmalı… Bolca mizah üretilmeli… Baş edilemeyecek tek şey iyi kalp, akıl ve olumlu olmaktır. Güçlü olmak, savaşarak değil, niyetinden çıkmadan direnerek olur. Sokağa binlerce insanın çıkması değil, o binlerce insanın içinde yüreğinde bütünleştirici, pozitif ruhu koruması gerekir. Buna hepimiz yardımcı olmalıyız.

Peki şimdi ne olacak? Bence Direnişin en önemli kısmı bu… Öfkeyi yendik, Bir’leşmeyi öğrendik. Ama egolarımızla aramız nasıl? İşte şimdi sınav başlıyor asıl…

Şimdi ne olacak? Bunu yapma-onu alma-şunu yap gibi bir çok ileti okuyacağız bu dönemde… Tabi ki herkesin fikri düşüncesi çok önemli… Ortak akıl yürütmek, yürütürken kendi egolarınla başkalarına ters düşebilecek şeyler söylemek olmamalı… Ortak akıl, bir çok insanın fikriyle yoğunlaşacak. Tüm o fikirlerden bir fikir çıkacak. Fikir üretirken, en doğru fikri bulduğunu ve bunun yapılması gerekliliğini savunan egosuna yenik düşecek.

Şimdi her şeyi izlemeli, olanı görmeli, olacak yeni şeylere de öfkelenmeden hazırlıklı olmalı… Eski enerji kalıbı çözüm arar, yeni enerji olanı olduğu an’da değerlendirir ve o zamana kadar ne olacağını üretmez!

Umudunu koru, Yeni dünya düzeni başlıyor ve unutma bu düzenin tek bir öznesi var: o da SEVGİ...
(Bu söz,Nilambara DD'e aittir)

15 Haziran 2013

Gezi belleği ve ortak bilinç ....#Direngezi


 
Ortak bilinç… Sen bir şey düşünmeye başlayıp, aklına bir fikir geldiğinde bunu sadece senin düşündüğünü/bulduğunu sanırsın. Halbuki o düşünce/fikir evrene tohumlanır ve artık evrenden herkesin çekebileceği bir bilgi haline gelir. Bu yüzdendir ki, mesela facebook çıktığında çoğu insan “ ben de bunu düşünmüştüm, ama adamlar yapmış” demiş olabilir?

Ortak bilinç, düşüncelerin/fikirlerin dışında hislerini de alıp toplumun diğer fertlerine dağılması demektir. Bizler, yaşadığımız Maya çağında %75 negatife odaklıyız. Bu yüzden korku ve kaygı gibi negatif hisler daha çabuk dağılır etrafa… Coşkuyu, neşeyi yaratmak, yaymak ise güçtür. Bu yüzden belki de, mizahı iyi kullanan orantısız zeka diye tanımladığımız genç beyinlerin, bizim ortak bilincimizde açtığı boşluklardan ve rahatlamadan hepimiz çok memnunuz.

Gezi Direnişi, hepimizin ortak bilince bağlanarak, beraber hareket etmemizi sağlayan bir diriliştir. Her ne kadar sosyal medyanın bize sunduğu nimetlerle, olaylardan ve birbirimizden haberdar olduğumuzu düşünsek te, aslında yeni enerjilerle yükselen farkındalığımız bizi ortak bilince bağladı. Bu bilinç bundan sonra ne ile beslenirse, o gelecek karşımıza…

Direnişin ruhani bir tarafı var. Şiddetsiz iletişim dışında şimdi zihinlerimizi pozitife odaklayarak Gezi Direnişi’nin, “gezi belleği”nin ve ortak bilincimizin bizi daha iyi yarınlara ulaştırmasına katkı sağlamalıyız.

Her şey bir oyun gibi geliyorsa, siz bu oyuna girip, sinirlenmeyin. Sinirleneceğiniz şeylerden uzak durun. Mesela sinirleniyorsanız, televizyonu kapatın! Enerjinizi kimin ne dediğine, kimin ne yaptığına, haksızlığa, yalan yanlış söylemlere vermeyin. Veriyorsanız nötr olarak dinleyin ve paylaşın. Küfür etmeyin. Saldırmayın. Anlayışlı ve sakin bir çerçeveden olaylara bakın. Genç, pozitif, devrimci enerjiye kendinizi uyumlamaya çalışın. Hem gülün, hem de izleyin. Olası şeyler için kurgular yapmayın. Olabilecek şeyleri, olduğu zaman düşünmek üzerine o an hissettiğiniz duyguları içinizde iptal etmeye çalışın. An ve an her şey değişiyor. Hesap ederek, kurguların olmasını bekleyerek yaşamak, eski enerji kalıbı… Onun yerine olması gerekeni, olmasını istediğinizi yaratın ve an’da kalarak, sinirlenmeden oyuna katılmayın…

Her şey değişiyor. Artık geriye dönüşü olmayan bir farkındalığın içindeyiz. An içinde değişimi izlerken, ürettiğiniz duyguları nötrlemeye çalışın. Onları büyütmeyin, çoğaltmayın, değişen an’dan geri kalmayın.

İyi şeyler olacağına, bunun içinde intikam, hırs, öfke olmadan her şeyin olması gerektiği gibi olacağına inanın. Zaten her şey olması gerektiği gibi olacaktır.

Şimdi güzel şeyler düşünmeli… Hayal kurmak aslında olmayacak şeyi de düşlemek demektir. Siz olacağına inandığınız aydınlık şeyleri hissedin ki, “gezi belleği” tertemiz kalsın, ortak bilincimiz gelecek güzelliklere ferah ferah bizi çıkarsın…
 
Brajeshwari.dd / 15 Haziran 2013

 

14 Haziran 2013

Kocaman bir ormanız şimdi ....#Direngezi





Son dönem yaşadığımız olayları bugüne dair değerlendirmemek lazım bence... Hepimiz durduğumuz noktaya nereden geldiğimize bakmalı, bu süreç için bilinçsizce nasıl hazırlandığımızı anlamalıyız...

Son yıllarda en ilgisi olmayacak insanın bile yogaya ilgi duyması veya meditasyon nasıl yapılır diye soru sorması aklıma geliyor. Eskiden bana “yoga yaparak kutuya girebiliyor musun” gibi abuk sorular soran insanlardı bunlar… Herkesin gevşemeye, içine dönmeye ihtiyacı var ve bu ihtiyaç daha da fazlalaşıyor diye düşünmüştüm o ara…
Sonra enerjiler var. Binlerce enerji çalışması başlamıştı. Emekli kadınlar arkadaşlarıyla eğitimlere gelir, ellerini kalplerine koyup, gözlerini kapatıp, reikiye gönülden inanırken gözlerim dolardı.
Tanıdığım bir çok arkadaşım permaculture ile ilgili eğitimlere başlamıştı sonra… Çamurdan ev yapmaktan, doğada çöpleri doğal olarak yok etmeye kadar ilginç bilgilerle bezendiler. Onları hem çok takdir ediyor, hem de bu bilgileri nasıl, nerede, ne şekilde kullanabileceklerine dair düşüncelerime engel olamıyordum.
İtiraf etmeliyim ki, doğayı çok severdim ama doğa çocuğu değildim ben… Tek yaptığım evimde saksılarla limon çekirdeği, ay çekirdeği, kereviz falan büyütmekti. Daha çok kendi hayatımın içinde doğal olana ilgim fazlaydı. Zencefil ne işe yarar, hastaysan antibiyotik almadan yapılacak şifalı şeyler benim ilgi alanıma girerdi. Okuduğum bazı bloglarda ”yeşil parmak” diye tanımlayabileceğim, herşeyi yetiştiren, ağaç isimlerini öğrenip bu bilgileri paylaşan binlerce dostum olması da belki de şimdi anlatacağım sebeplerin içinde yer alıyordu.
Çocuk yogası, benim için yogaya tekrar anlam kattı. Bir yetişkinden çok şey öğrenebilirsiniz ama çocuk yogasında tanıştığım çocuklar hayata bakışımı değiştirdi. Ne güzel ki, bir sürü eğitmen yetişti bu alanda… Eminim onlarda benimle aynı fikirdedir… Ve anneler, annelerin blogları… Çocuklarıyla beraber farkındalıkla büyüyen ve büyüten güzel anneler….
Sonra sadeleşme operasyonları başladı. Evde kullanmadığın eşyanı at. Tüketimi durdur. Eski eşyalarını yenileyerek kullan… Zumbara çıktı. Zaman kumbarası, para geçersiz…
Mars geriledi, gezegenler ters açı yaptı. Burç okumayan insanlar bile, hayatlarındaki gerilimi Mars’a yükledi. Bazılarımız maddi, bazılarımız manevi yorgunluklar yaşadı. Yeni kararlar aldı. Gitmesi gerekenler gitti. Yaşam bize bir sonraki güne hesap yapmamayı ve herkesin en çok duyduğu şeyi an’da kalmayı öğretti.
Korku- Yargı- Şiddetsiz iletişim gibi Kişisel Gelişim konuları çokça konuşuldu. İnsanların içe dönüşü, içlerindeki nedenleri bulup temizlemeleri için binlerce çalışma yapıldı, yazılar yazıldı. Liderler devri bitti sonra, herkes kendi içindeki lideri keşfetme yolculuğuna çıktı.
Şimdi neler oluyor. Şimdi tüm bunların sonuçları Gezi Park’ta mevcut… Yardımlaşma, kenetlenme, sevgi, toprağa ve doğaya saygı, lidersiz örgütlenme, kendin olma, olduğun gibi özgürlüğüne sahip çıkma, savaşmadan direniş, umut, paranın geçmediği bir park, devrim, Direniş, DİRİLİŞ…
Herkesin bu hayata gelişinde görevleri var. Bazıları şifacı, bazıları bilgi yayıcı, bazıları direnişçi, bazıları gözlemci, bazıları ışığı yayan, dengeleyici… Gezi’ye gidemedim diye düşünme, uzakta olmaktan rahatsız olma… Düşün görevini, yapman gerekeni... Hepimiz bu görevler doğrultusunda kendi kimliklerimizi bulmaya başladık ve Gezi Parkı bize hep beraber "Biz" olmayı öğretti.
En güzeli de, artık uzaklardan bile kenetlenmek, sarılmak ve herkesi kendi doğrusu, kendi inancıyla sevmek çok kolay… Sarılmanın önündeki fiziksel engeller bile bu direnişle kalktı. Hiç bir şey yapamıyorsan sarıl… Yüreğinle sarıl... Bu bile çok değerli…
Kocaman bir ormanız artık, sarmaş dolaş…. 
Dirençli kökleri, tek atan yüreğiyle....
 
 
 
 

07 Haziran 2013

Yeni dünya düzenini kurmaya başlayan çocuklar... #Direngezi

 
Çocuk yogası eğitimimle beraber uzun uzun araştırdığım bir konuydu İndigo, Kristal ve Elmas çocuklar… Ayırt edilmeleri hayli zor, anlatması da karışık bir konuydu.

İndigo’ların 1975’li yılların sonlarında doğmaya başladıkları iddia ediliyor. 80’lerden sonra hiperaktiviteyle karıştırıldığı için araştırmaya alınan çocukların çoğu aslında özel çocuklar olduğu ortaya çıkıyor. Araştırılmayan 75 sonrası doğumlu çoğu İndigo belki de şimdi Kristal çocukların annesi veya babası olma görevini üstleniyor.

İndigo çocuklar alışılmışın dışında zekiler, öz güvenleri fazlasıyla yüksek, otoriteye karşı çıkıyorlar, çok canlı ve hareketli olmalarının yanında sezgileri de oldukça güçlü. Onlar dünyaya bir asalet duygusuyla geliyor ve öyle davranıyorlar. Burada olmayı hak ettiklerini hissedip ve başkalarının bu hissi paylaşmadıklarını görünce çok şaşırıyorlar. Mutlak otorite karşısında zorluk yaşıyorlar. Kendilerini anlamayana aptal muamelesi yapıyorlar. Bazıları c...esurca büyük sorumluluklar almaktan çekinmiyor, yalancı, içten pazarlıklı olanlara karşı hem itimatsızlık gösterip, hem de onları alaya alıyorlar. İş birliği ve yardımlaşmayı çok seviyorlar. Sanatı sevmelerinin ötesinde yaratıcılar. Bu nedenle yaratıcılık gerektirmeyen sistemler karşısında düş kırıklığı yaşıyorlar. Son derece inatçı, katı kuralları reddeden bir yapıları var. Bir çocuktan/ gençten beklenmeyecek kadar cesurlar. Suçluluk duygusu verilerek disipline edilemiyorlar. İhtiyaçlarını bildirmekten asla çekinmiyorlar. Önemli yaşam amaçlarına sahipler. Kristal çocuklardan önce gelen İndigo çocuklar, Kristal çocukların gelebilmeleri için yolu açıp, dünyaya yeni düzen kurmaya geldikleri söyleniyor. İndigolar önden gelmelerindeki tek amaç; dürüstlükten yoksun her şeyi temizleyip yol açmak... Sonra gelen Kristal çocuklar bu temizlenmiş yolu izleyerek daha güvenli bir dünyaya doğru ilerleyecekler.

Son dönemlerde yaşadığımız olaylarda, sokakta gördüğüm çoğu gencin yeni dünya düzeni kurmaya gelen pırıl pırıl İndigo çocuklar olduğunu düşünüyorum. Akılları, cesaretleri, otoriteye karşı gelişleri, mizah anlayışları hep bunları düşündürüyor.
 
Brajeshwari.dd / 2.6.2003

06 Haziran 2013

Kalbi Temiz tutmalı şimdi....... #direngezi

 
 
 
"Şuraya yaşlı bir ağaç çiziyoruz. Belki de şurada yaşayan mutlu küçük çalılıklar vardır; işte tam şurada... Belki de çalılıkların arasında sevimli minik sincaplar neşeyle geziniyorlar. Biraz vanday kahverengi, biraz titan beyazı alalım... Evet, ben manzara resimleri yapıyorum. Çünkü doğanın bin bir güzelliğini ve bu kusursuz dengeyi insanlara hatırlatmak hoşuma gidiyor. Siz güzelliklerin farkına varın yeter... " Bob Ross
 
 

Ağaçların kalpleri vardır...
 
 
Anladık ki, bunlar hiç bir parkta kitap okumamış, bir ağaca sarılıp, onu kökleriyle hissetmemiş, parklarda oynadığı arkadaşlarını o parkla beraber delice sevmemiş, kol kola yürürken kenetlendikleri anın duygusunu yaşamamış.

Hala anlamamaları bu yüzden olsa gerek... (Belki de hala iyi niyetli düşünüyorum) Yorulduk, tükendik yer yer... Sabah güldüğümüz iletilerin yerini, akşam içimiz sıkışarak izlediğimiz haberler alıyor. Çoğumuz uyuyamıyor, uyandığında da bir umutla yeni bir şey olmuş mu diyerek interneti takibe devam ediyor.

 
Bu kadar siyasetçiyi dinlememiştik hiç. RTE açıklama yapacak diye beklemiştik hiç tv başında... Bu kadar çok bilgisayarın başında olmamış, okumamıştık hiç... hiç bu kadar ileti girmemiştik.

 
Yürümek tek istediğimiz... Belki bir parka varıp, kitap okumak, bizimle beraber aynı duyguları hisseden insanlara gülümsemek ve bir olduğumuzu hissetmek hücrelerimize kadar... Yürüyemiyoruz. Varamıyoruz. Kaç kez biber gazı soludum, kaç km koştum bu direnişte, bilmiyorum. Safın önünde duran çocuklara su taşırken, onların cesaretini gördüm, gururlandım bir yandan... Yüzüme spreyler sıkan çocuklara, esnafa hayran kaldım bu hiç konuşmadan başlayan dostluğumuza...
 
Her açıklamadan sonra koşmaktan yorulmuş bacaklarıma, öksürmekten içim dışıma çıkmış ruhuma yeni bir direnç geliyor. Her açıklamadan sonra, anlaşılmamanın kırgınlığını duyuyorum. Ama daha çok inancım güçleniyor, kenetleniyor herkes... daha çok yıkılmaz, unutulmaz bir şey yaşadığımızı hissediyorum.
 

Kocaman bir değişim yaşıyoruz aslında... Önce içimizde başlıyor değişim... Neden korkuyorsak onu görüyoruz. Neye sarılmışsak, onu kucaklıyoruz. Bunların hepsi bu devrimle çıkıyor içimizden... Hani 21.12'de ne olacak demiştik ya... İnsanlığın hayrına olsun diye dilemiştik. Hiç bir şey olmadı diye düşünmüştük sonra. Bence hepimizin farkındalığı bir tık daha yükseldi. Hepimiz BİR olduğumuza biraz daha yaklaştık. Bize ait olan, sadece bize ait sanırken, aslında o duyguların hepimizin olduğunu 31.5.2013'te tüm meydanlarda gördük. Daha çok kenetlendik. 
 
Neler olacak şimdi bilmiyoruz.... Ama direniş devam ederken, en güzel direnişin, kalbi temiz tutmak olduğunu unutmamak gerekiyor. Öfkeden uzak durup, kalbini temiz tutmalı şimdi...
 
Bir ağaca bak şimdi! Ona bakarken hissettiğin tüm duygulara, anılara sahip çıkma zamanı geldi!
 
 
 
Brajeshwari.dd / 31.5.2013

27 Mart 2013

Susalım şimdi...



Fotoğraf makinasıyla dolaşmayı seviyorum. Gözün, her anın, her karenin, her duygunun peşine sözsüz düşmesini seviyorum. O karelere her baktığımda hatırlıyorum, o anın ne anlattığını...  O anlar ki, içlerinde hayata tutunuşlarımın, umudun izleri saklı...
 
Eskişehir’de dolaşıyoruz. Elimde fotoğraf makinam, çekebildiğim kadar fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Yüzümde bir tebessüm, aylardır unutmuşum denklanşöre basmanın, içimde hissettirdiklerini...
 
Bir ayakkabı boyacısının önünde duruyorum. Kocaman bir sepette, binlerce renkli ayakkabı bağı,  sarmaşığın yerlere nazlı dökülüşü gibi sepetten dökülüyor. Ayakkabılar ilk alındığında farkındayızdır da, sonradan unutulurlar ayaklarda... Halbuki renkli bir bağcık değiştirebilir eski ayakkabı algısını...
 
Tüm bunları düşünürken, fotoğrafı çekmiş bulunuyorum. Hem gruptan geri kalmamak, hem de gezi de göreceğim yerleri kaçırmamak adına hızlıca makinamı toparlarken, ayakkabı boyacısı amca bana doğru yakınlaşıp, “Daha yakından çek” diyor. O an nasıl hızlı bir cevap vermem gerektiğini hesaplıyorum. Zaten çektiğim fotoğrafa bilgisayarda istediğim kadar yakın kadraj yapabilirim, diyemiyorum. Anlamayacağını düşünüp, gülümsüyorum sadece...

Sonra bu sahneden ayrıldığım tüm an, iletişim kurmak adına bazen ne gereksiz konuştuğumuzu düşünüyorum. “Daha yakından çek” derken belki kendisinin de fotoğraf çekmişliği vardı ve daha yakından çekeceğim görüntünün daha iyi olacağını düşündü, belki kendi yaptığı bağcık sepetiyle gurur duyarken, sanatsal egosu ortaya çıkmıştı, belki de bana sadece laf atmak istedi ve ağzından böyle bir cümle çıkıvermiş bulundu.
Konuşmak, sözcükler, kelimeler ne kadar anlamlarını taşıyabiliyor? Sessizliği ve sessizliğin içinde hissi değil de, aklın hesapları akıyor harf harf sözlerden... Bu nedenle meditasyon kampları delirtici olabiliyor. Konuşmadan, sessiz, göz göze gelmeden geçen günler... İç sesinin kendi içinden yankılanması ve binlerce cevap alıp, hiç birinin başka biriyle yaptığın sohbet gibi olmaması. Halbuki en iyi dost biziz kendimize. En iyi sohbet insanın kendi kendine yapabildiğiyle... İnsan o kamplarda barışıyor kendiyle, azalıyor çokça sözden ve sadelikle yaklaşıyor kendine...

Şimdi sen sessiz, ben sessiz dursak... Aslında sana bakarken sana değil, hissettiklerine baktığımı hissetsen ve tüm bu anın hiç bir cümleyle karşılığının olmadığını anlasan...
Susalım mı o yüzden şimdi...  

Sessizliğin içinde, yüreğine dost olayım, ruhuna esinti, kalbine sıcacık dokunayım varlığımla... Sözlerin arkasına geçelim beraber, ama çok şey söyleyelim böyleyken... Gülümseyelim yer yer bu duruma, güneş açsın yüzümüzde, sözcüklerle kurduğumuz esaretten kurtulalım beraber... Ben yüzüne, saçlarının buklelerine vuran gölgelerin peşine düşeyim, seni dinlerken...  Aksın içinden geçen hikayeler, duygular gözlerinden bana, gözlerimden yüreğine... ve aslında hiç birşey söylememişken daha, anın içinde kalbimizi gıdıklayan, içimizin komik bulduğu birşeye sözsüz beraberce gülelim kahkahalarla... Sonra gülmekten gözümüzden minik yaşlar süzülsün de, duralım biraz... İçlenelim belki de beraber hatırladıklarımıza... Buluta bakalım ufkumuzdan geçip giden... Sonra uzaklara dalarken gözlerimiz, hatırlayalım... Aslında sözlerle kurduğumuz köprülerden daha güçlü, daha yıkılmaz ve anlamlı bir bağımız olduğunu hissedelim kalplerimizden... Hiç dokunmadan “seninleyim, anlıyorum” diyebilelim birbirimize...

Bu an, ikimizin en güzel anısı olsun...
Kalbimizde minik sakin bir sığınak gibi, kapısını her açtığımızda harflerin ve cümlelerin giremediği....
Susalım şimdi...

Nerede olursak olalım,
gözlerimiz görüyor birbirini....
.

Brajeshwari / 26.3.2013 /  ❤ to my pöti