Konuşmak, hep yaptığımız gibi... Ona buna bir şey anlatmak, kızmak, söylenmek.... o veya bu şekilde konuşmak... Hep konuşuruz biz... Ama hiç böyle bir konuşmaya şahit olmamıştık... Nasıl mı?
Geçen gün Tunalı'da Kuğulu Park foruma gitme şansını yakaladım. Evim şehirden uzakta, işlerim de yoğun olunca zor zaman bulabildim. Bir yanım konuşulanları merak ederken, bir yanım ilk kez zaman bulabilmenin suçluluğuyla kavrularak, çimlerdeki yerimi aldım. Forumlarda neler konuşulduğunu internet üzerinden
www.parklarbizim.blogspot.com adresinden okusam da, bu bambaşkaydı.
İki avukatın, "Direnişin 1.ayında eylemlerin hukuki boyutu" konu başlığında yapılan bu forumda ilgimi bu iki avukat dışında en çok mikrofonda konuşmak için söz alanlar çekti.
5 kişinin konuşmasına şahit oldum. Biri inşaat işçisiydi, biri eylemlerde gözaltına alınmış emekli öğretmen bir bayandı, biri genç bir üniversite öğrencisiydi, bir de deniz kaptanı vardı konuşanlar arasında... Hepsi bambaşka kültürlerden, bambaşka hikayelerle oradaydı. Öfkeleri, olaya yaklaşımları farklı farklıydı. Ama konuşuyorlardı. Konuşmak, bir topluluğun karşısında, bütün samimiyetinle, zorunlu olmadığın bir duruma rağmen, anlatmak kendi kelimelerinle, bir metine bağlı kalmadan, belki ilk kez bir mikrofonu tutarak, kime hitap ettiğini bilmeden, sadece konuşmak... Zordur tüm bunlar...
Mikrofon bana hep çok soğuk gelir. Bir kaç kez elime alıp, topluluğa konuşma yapmışlığım var. Ellerin titrer, sesin kulağına garip gelir mikrofon elindeyken... Anlattığına mı konsantre olmalısın, konuştuğun topluluğu mu takip edip, nabzı tutmalısın bilemezsin o an... Bu insanlar hiç öyle değildi. Söz çıkmak istiyordu yüreklerinden sanki... Anlatmak istiyorlardı. Bazı konuşmalar hafif öfkeliydi ama o öfkenin sözden akması lazımdı. Bazı konuşmalar uzlaşmacıydı ama belki çimlerde oturanlar arasında henüz uzlaşma çizgisine gelen çok az insan vardı.
Yine de konuşmak... Sözlerin duygu kirliliğinden, cümlelerin anlamları dışında taşıyabileceği enerjilerden arınarak konuşup, cerahatini boşaltmak,... Bu çok garip bir enerji yaratıyordu parkta... Konuşarak sağaltılıyordu yaşananlar sözcüklerin gücüyle.... Aynı, hala devam etmekte olan direniş süresince, duygularımızın umutla - umutsuzluk arasında terazide sallanışı gibi, sözler de terazinin iki tarafındaydı. Bir oraya - bir buraya ağırlıkları oynuyordu, ama sözde de doğruyu yakalamak için terazinin salınmasına ihtiyaç vardı.
"Ben ameliyim" dedi biri... Kimse ne bu adamı gözleriyle yerdi bu durum karşında, ne de vicdanını devreye sokup alkış yaptı bunu söylediğinde... O da bizdendi sonuçta... ve konuşmak, anlatmak istiyordu bu hiç tanımadığı kalabalığa içindekileri.... Aldığı maaştan bahsetti, geçimini anlattı. Güzelce toparladı konuşmasını, teşekkür etti. Alkışladık, aramızda olduğu için alkışladık. İçini dökebildiği için rahatladık sanki hepimiz... Dinlemek lazımdı artık... Dinleyerek anlamak.... Hepimizin ihtiyacı olan şey, dinlenildiğini, anlaşıldığını bilmek... Direnişin farkındalık çubuğu çokça yükselmişti "ötekini anlayabilmeye" kadar... Sıklıkla bu hisle doldum etrafıma bakınırken....
"Ben emekli öğretmenim" dedi bir kadın.... Elinde torbası, ev alışverişini yapmış geçerken uğramış parka... Hepimizin annesine benziyordu. Mikrofonun ciddiyetini hissederek duruyordu yerinde... Eylemler zamanı gözaltına alınmış. Polislere kızgındı. Gözaltını hikayesini çok anlatmadı ama şöyle dedi, " ben öğretmenim, benim yetiştirdiğim polisler de olmuştur". Bilirsiniz öğretmenler, herkesi öğrencisi görür ve hep "öğretmen" duruşunu sergiler. Kırılmıştı belli ki, kendi öğrencileri polis olmuş olabilirdi ve o öğrenciler bunu ona yapmazdı. Elindeki torbasını hiç bırakmadı, hazır ol duruşuyla konuşmasını bitirdi, alkışlandı. O konuşmayla bir şey başardı o kadın o gün, o topluluğun içinde bulundu, sözlerini anlatabildi. Eminim evine gittiğinde, alışveriş torbasını boşaltıp, aldıklarını buzdolabına yerleştirirken, içi birazcık daha rahatlamıştı. Çünkü anlaşılmıştı.
Konuşmak... bazen öylesine, bazen nedenli.... Bazen "ay! ne dedim ben" diyebileceğimiz kadar şuursuz... Bazen "iyi ki dedim" diyebileceğimiz kadar etkili.... Konuşmak, sırf konuşmak için bazen... Ama sıklıkla böyle ileteşebildiğimiz için... Tek yöntemimizin bu olduğunu sanarak...
Parkta kocaman bir aile gibiydik... Ağaçların altında nötrleniyorduk. Toprak şahitti. Herkes konuşabilir, herkes söylebilir dilediğini... Biz tek BİR enerji olmuştuk çoktan zaten... Hep beraber söylenecekleri bitirip, kalbimizdeki sevgiye varmak için çok sözden- az/ÖZ söze geçmek için akıtmalıydık sözlerin enerjilerini... Sonra sadeleşip, kalbimizdeki yere, sözsüz birbirimizi bildiğimiz yeri hatırlayacaktık böyle böyle....
Anlatmasan da biliyorum içini
ama anlat yine de dinlerim her şekilde
ve unutma anlıyorum seni....
Bu cümle yıllardır hepimizin duymaya özlem duyduğu şeydi.
Ötekileşme- anlaşılmadığında başlar. Anlamadığın şeye yabancı kalırsın.
Şimdi dinliyoruz.
Ağaçların gölgesinde, elimizin değdiği toprağın enerjisiyle biliyoruz, anlıyoruz biz birbirimizi, yüreğimizden geçenleri...
Bu biraz sürecek. Konuşacağız parklarda, ofislerde, mesai aralarında, aile sohbetlerinde... Herkes konuşacak, anlatacak. Kimse yargılanmayacak, yargı çünkü epeski bir enerji... Konuşan dinlenecek, anlamadayız çünkü... Anlayıştayız artık... Olduğu gibi kabul etmek yepyeni bir enerji... Konuştukça boşalacak hırsımız, öfkemiz, yalanımız, kaygımız, umutsuzluğumuz... Umut yeşerecek, fikir yeşerecek, dostluk, kardeşlik yeşerecek tüm bunların yerine... Ortak akıl yol verecek yeşerenlere ve güzel şeyler olacak sonrasında...
İşte o zaman şimdilerde sıklıkla yüreğinizde hissettiğiniz, "bunca kargaşanın arasında bu da ne ola ki" dediğiniz ve gülümseten SEVGİ'yi yazacağız her yere...
Diren'meden....
sarılarak....
....birbirimize...
Brajeshwari.dd / 1 Temmuz 2013