Ellerinize baktığınızda ne görürsünüz? Onlar nasıl hizmet ederler bizlere? Ellerin bir hafızası olsa, anlatsa nasıl bir hikaye çıkar acaba? Onlar bazen sadece araç hayatın içinde, bazen gerçekten aktarıcı gönülden geçenleri iletmeye,.. yaratarak, yazarak, dokunarak.....
.
Hamur yoğuran bir kadının elleri, kadının marifetinin dışında, hamura neler katar kimbilir... Karnı ağrıyan bir çocuğun annesinin dokunuşu ilaç kadar etkili değil midir?
.
El'in ne çok anlamı var, ne çok atasözü ve deyim üretilmiştir el ile ilgili... Aristo el için
“araçların aracı” demiş. Yaşamın tanığı, en sadık hizmetkarlar, beynin en önemli uzuvları ve en yalansız olanı... Elini uzatırsın ilk tanıştığın insana, el sallarsın senden ayrılana, bi elini savurursun bazen boşver manasında, elini koyacak yer bulamaz bazen insan heyecanlanınca... Görmeyenin gözleridir, duymayanın sesi-dilidir eller...
.
Şehrin en gürültü saatinde, bir cafeye oturuyorum. Yoga dersinden yeni çıkmışım ve ders sonrası hissettiğim huzuru sindirmek için bir çay alıp, görünmez oluyorum düşüncelerimin içinde... Ellerime bakıyorum. Tüm ders, parmaklarımın kocaman açılıp, matı kavrayışı, yere köklenmesi ve hareketin içinde beni dengede tutuşlarının sızısını hissediyorum avuç içlerimde... Sanki bu ders fazlasıyla ellerime yaramış gibi... Enerjileri temizlenmiş, nötrlenmiş, hafiflemiş, esnemiş, gerinmiş nefes alıyor yepyeni adeta ellerim... O an telefonuma bir mesaj düşüyor. Sanki her şey doğru kurgusuyla ilerliyor, tam ben bugün ellerimin bunca farkındayken... “Bugün buluşalım mı?” diyor mesaj... “olur,saat 5.30 uygun” yazıyorum parmaklarımla tuşlayarak...
.
Hikayenin başı aslında şöyle başlıyor. Aylar önce Ankaradan İstanbula dönüş yolundayım. Otobüs koltuğunda ellerime bakarken, kalbime düşüyor bu istek önce... Zihin habersiz... Bilirsiniz, kalbe düşünce ateş, o artık evrene teslim edilmiştir... Kalpte ateş büyür, evren sizin için çalışmaya başlar...
.
Güzel arkadaşım Pöti ile buluştuğumuz başka bir akşam, sohbetin içinde nedensiz sese dönüşüyor içimdeki ateş... “Ben işaret dili öğrenmek istiyorum” demiş oluyorum sadece paylaşmak adına... Öyledir ya işte, evrenin sizin için çalıştığının tebessümü... “ Bizim şirkette Murat var, işitme engelli, ders veriyor, senin için sorayım mı?” Ben soru sormadan cevap veriyor Pöti’min aracılığıyla evren bana... İçimdeki isteğin, heyecanın, mutluluğun arasında gülümsüyorum yollarımın açılışına... ”Tamam” diyorum mutlulukla... İşte hikaye böyle başlıyor...
.
Kocaman sesli harfler, gürültünün arasında, sessizliğin minik elleri geliyor aklıma... İşitme engelli çocukları düşünüyorum. Onların ses olan ellerini... Dünyayı tanımak, kendilerini anlatabilmek, dokunmak adına işaretler ile elleriyle ördükleri kelimeleri... Seslilerin dünyasında kendi sessizliklerindeki aydınlık yüzlerini...
.
Sessizlikte durabilmek cesaret ister. O cesur çocuklara anlatacak çok hikayem, oyunlarım var benim... Onlarla yoga yapmak istiyorum aynı şimdi çocuklarla beraber yaptığım gibi... Arının hikayesini, korsanların maceralarını, korkak kaplumbağanın cesaretini anlatmak istiyorum onlara da... Oyunlar oynamak, duyamadıkları kendi kahkahalarını kulaklarımla değil, kalbimde duymak istiyorum aslında... 35 yaşıma kadar öğrendiğim tüm kelime ve sesleri bırakıp, onların dilini öğrenmek için Murat’ı beklerken oturduğum bankta bu istekle yanmaya devam ediyor kalbim...
.
Murat beni eliyle koymuş gibi buluyor. Dedim ya, evren yine yardımcı oluyor. Yan yana yürüyerek, oturacağımız mekana doğru ilerliyoruz. Murat dudaklarımı okuduğu için, yan yana yürüyüşlerimizde yüzüme bakıyor devamlı... Ne kadar unutulan birşey, yüzüne bakarak, gözlerinden anlamak, dudaklarından dökülen sözcüklerde izlemek bir insanı... Oturduğumuz gibi sohbet etmeye başlıyoruz. Murat; kendiyle barışık, öz güvenli harika biri, tanıdığım, bildiğim biri gibi... Zekasına, rahatlığına, samimiyetine, cesaretine hayran kalıyorum. Konuşurken yavaş ve vurgulu konuşmaya çalışıyorum. Söylediklerim dudaklarimdan dökülürken, ses ve vurgular beynimde yankılanıyor. Sesimi düşürüyorum en alçağına, Murat beni yine anlıyor. Sanki konuşmasam, yine anlayacak gibi gülümsüyor her defasında...
.
Sohbetimiz bittiğinde, dersimize başlıyoruz. Ben çoktan bana maille yolladığı alfabeyi çözmüş olduğum için, üzerinden geçiyoruz harflerin... Sonra sayıları, zaman tanımlarını öğreniyor, minik cümleler kuruyoruz beraber... Ben küçük bir çocuk bilinciyle, daha çok daha çok öğrenmek istiyorum. Bir an önce seslerimizi unutup, ellerimle anlatmak istiyorum herşeyi...
.
Aralarda sohbetimiz devam ediyor. O kadar çok şey yapmak istediğini anlatıyor ki, o hayallerini anlattıkça bende çoşkuyla doluyorum. “Yok böyle bir Dans” programının tüm geliri, işitme engelliler için yapılacak bir okula gidecek. Ama niye işitme engellilerde dans etmiyor o programda” diyor ve ekliyor ”Ben Tango, salsa biliyorum”... Hak verirken, hayranlıkla dinliyorum onu... “İşitme engellilerin oluşturduğu korolar kurmak istiyorum, tiyatro oyunları hazırlamak..” diye devam ediyor. Tanrı bana, benim gibi hayalleri olan bir aracı yollamış diyor içim bunları dinlerken...
.
“peki bana bir şarkı söylesene” diyorum hayallerinden biri olan şarkı söylemeyi duyunca... “ Son bir sigara içelim, yavaş iç, öyle git gideceksen...” diye şarkıyı sessizce mırıldanıyor. Sözler tamam, beste az çok yerini tutuyor. Ama aklımda sadece, şarkının sözlerinde geçen “ yavaş iç” kısmı kalıyor, onun şefkatle elinin üstüne dokunarak yavaş kelimesini işaret diliyle gösterişi kalbime dokunuyor. “Nasıl dinliyorsun” bunları diyorum. Kulağında bir kulaklık var Murat'ın... Sesleri algılamasına yardımcı olan bir kulaklık... Müziği sonuna kadar açıp, sözleri de internetten bakıp şarkıcının dudaklarını okuyarak dinlediğini anlatıyor. Dinlediğim, sözlerini ezberlediğim tüm şarkıların kolaylığı aklıma geliyor.
.
Dersimiz bittiğinde bir kırtasiyeye gidip, bana bir defter alıyoruz. Defterime ders notlarını yazmak ve bu defteri de onunla seçmek istediğimi söylüyorum. Bu sefer yine yan yana ama kol kola yürüyoruz. Yoldan geçen bir motoru farkedip, beni geri doğru çekip “Dikkat” diyor. “Motorun sesini mi duydun” diyorum. Hem önümüzdeki arabanın aynasından gördüğünü, hemde duyduğunu söylüyor. “Nasıl bir ses duydun” peki diye soruyorum. Sorum, onun kulaklığı yardımıyla ne kadar duyduğunu anlayabilmek adına... Bana şöyle cevap veriyor..” Gerçek anlamda duymak nasıl birşey bilmediğim için, sana tam cevap veremem. Bir ses hissettim sadece" diyor... Bunun üzerine başka soru soramıyorum. Gerçekten duymanın ne demek olduğu üzerine onun kadar sessizliğe bürünüyor içim çünkü... Koluna daha sıkıca tutuyorum.
.
İsteğim üzerine, Murat yeni defterimin ilk sayfasına tanışmamıza, bugüne dair bir not yazıyor. Defterimi kapatıp, sonra dolmuş durağına geçiriyor beni... İşaret diliyle “Çok güzel bir gündü, teşekkür ederim” diyor. Ben önce ellerimin acemisi, sesli olarak söylediği şeyi tekrar edip, sonra işaret diliyle ilk tam cümlemi kuruyorum. Sarılıp, ayrılıyoruz. Dolmuş hareket ettiğinde defterimi açıp, yazdığı notu okumaya başlıyorum. Yüzümde kocaman bir gülümse, kalbim sıcacık oluyor...
.
Gece yatağıma yattığımda yiğenim Defne'nin uyumadan önce ellerini kullanarak, o sıralarda öğrendiği herşeyi bilinçsizce peşpeşe yapışı aklma geliyor. Tel sarar Defne derken ellerini çevirmesi, kaç yaşındasın dediğimizde bir işaretini parmağıyla gösterişi , gel diyişi... Bende uyumadan önce öğrendiğim herşeyi aynı Defne gibi hatırlayıp yapıyorum, en sonunda evrene, mucizelere, aracı olana, gönlüme ateşi düşüren ve yardım eden O’na işaret diliyle teşekkür ediyorum.
.
Ellerim kalbimin üstünde uykuya dalıyorum....
Brajeshwari/ 8.01.2010
.
Imagine Glee from Daniel Reigada on Vimeo.