27 Mart 2013

Susalım şimdi...



Fotoğraf makinasıyla dolaşmayı seviyorum. Gözün, her anın, her karenin, her duygunun peşine sözsüz düşmesini seviyorum. O karelere her baktığımda hatırlıyorum, o anın ne anlattığını...  O anlar ki, içlerinde hayata tutunuşlarımın, umudun izleri saklı...
 
Eskişehir’de dolaşıyoruz. Elimde fotoğraf makinam, çekebildiğim kadar fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Yüzümde bir tebessüm, aylardır unutmuşum denklanşöre basmanın, içimde hissettirdiklerini...
 
Bir ayakkabı boyacısının önünde duruyorum. Kocaman bir sepette, binlerce renkli ayakkabı bağı,  sarmaşığın yerlere nazlı dökülüşü gibi sepetten dökülüyor. Ayakkabılar ilk alındığında farkındayızdır da, sonradan unutulurlar ayaklarda... Halbuki renkli bir bağcık değiştirebilir eski ayakkabı algısını...
 
Tüm bunları düşünürken, fotoğrafı çekmiş bulunuyorum. Hem gruptan geri kalmamak, hem de gezi de göreceğim yerleri kaçırmamak adına hızlıca makinamı toparlarken, ayakkabı boyacısı amca bana doğru yakınlaşıp, “Daha yakından çek” diyor. O an nasıl hızlı bir cevap vermem gerektiğini hesaplıyorum. Zaten çektiğim fotoğrafa bilgisayarda istediğim kadar yakın kadraj yapabilirim, diyemiyorum. Anlamayacağını düşünüp, gülümsüyorum sadece...

Sonra bu sahneden ayrıldığım tüm an, iletişim kurmak adına bazen ne gereksiz konuştuğumuzu düşünüyorum. “Daha yakından çek” derken belki kendisinin de fotoğraf çekmişliği vardı ve daha yakından çekeceğim görüntünün daha iyi olacağını düşündü, belki kendi yaptığı bağcık sepetiyle gurur duyarken, sanatsal egosu ortaya çıkmıştı, belki de bana sadece laf atmak istedi ve ağzından böyle bir cümle çıkıvermiş bulundu.
Konuşmak, sözcükler, kelimeler ne kadar anlamlarını taşıyabiliyor? Sessizliği ve sessizliğin içinde hissi değil de, aklın hesapları akıyor harf harf sözlerden... Bu nedenle meditasyon kampları delirtici olabiliyor. Konuşmadan, sessiz, göz göze gelmeden geçen günler... İç sesinin kendi içinden yankılanması ve binlerce cevap alıp, hiç birinin başka biriyle yaptığın sohbet gibi olmaması. Halbuki en iyi dost biziz kendimize. En iyi sohbet insanın kendi kendine yapabildiğiyle... İnsan o kamplarda barışıyor kendiyle, azalıyor çokça sözden ve sadelikle yaklaşıyor kendine...

Şimdi sen sessiz, ben sessiz dursak... Aslında sana bakarken sana değil, hissettiklerine baktığımı hissetsen ve tüm bu anın hiç bir cümleyle karşılığının olmadığını anlasan...
Susalım mı o yüzden şimdi...  

Sessizliğin içinde, yüreğine dost olayım, ruhuna esinti, kalbine sıcacık dokunayım varlığımla... Sözlerin arkasına geçelim beraber, ama çok şey söyleyelim böyleyken... Gülümseyelim yer yer bu duruma, güneş açsın yüzümüzde, sözcüklerle kurduğumuz esaretten kurtulalım beraber... Ben yüzüne, saçlarının buklelerine vuran gölgelerin peşine düşeyim, seni dinlerken...  Aksın içinden geçen hikayeler, duygular gözlerinden bana, gözlerimden yüreğine... ve aslında hiç birşey söylememişken daha, anın içinde kalbimizi gıdıklayan, içimizin komik bulduğu birşeye sözsüz beraberce gülelim kahkahalarla... Sonra gülmekten gözümüzden minik yaşlar süzülsün de, duralım biraz... İçlenelim belki de beraber hatırladıklarımıza... Buluta bakalım ufkumuzdan geçip giden... Sonra uzaklara dalarken gözlerimiz, hatırlayalım... Aslında sözlerle kurduğumuz köprülerden daha güçlü, daha yıkılmaz ve anlamlı bir bağımız olduğunu hissedelim kalplerimizden... Hiç dokunmadan “seninleyim, anlıyorum” diyebilelim birbirimize...

Bu an, ikimizin en güzel anısı olsun...
Kalbimizde minik sakin bir sığınak gibi, kapısını her açtığımızda harflerin ve cümlelerin giremediği....
Susalım şimdi...

Nerede olursak olalım,
gözlerimiz görüyor birbirini....
.

Brajeshwari / 26.3.2013 /  ❤ to my pöti