Ellerimizi uzatıp, parmaklarımızı açıyoruz. Parmak oyunları çocuğun parmak kasları ve buna paralel olarak da el-göz koordinasyonları geliştiriyor. "Beşer palyaço sıra sıra dizilmiş. Birinciler bize selam veriyor. Baş parmaklarını hareket ettir..." Derste en minik öğrenci Emre, oyunu durduruyor.” Yoga öğretmenim, sakın bu parmağı böyle yapmayın” diyor. Duruyorum, Emre bana resmen hareket çekiyor :) Sonra devam ediyor... “ Bu hareket çok terbiyesiz birşey ...” “Peki “ diyorum. Ne diyebilirim. Gülümsüyorum bu uyarı karşısında, ama bir yanım soruyor. Nasıl kalıplar sokuyoruz çocukların zihnine... Nasıl anlatıyoruz peki terbiyesiz olan ne ve ne diyerek terbiyesiz olandan uzak tutuyoruz böylesine... Alt tarafı bir parmak, diğer parmak... Düşünüyorum hala...
Ders boyunca hopluyoruz, zıplıyoruz ayaklarımız fırça oluyor yerde, sanki resim yapıyoruz. Sonra daireyi küçültüp, daraltıyoruz balon şişiriyoruz nefeslerimizle, ortadaki alan büyüyor, küçülüyor... Ama benim hiç aklımdan gitmiyor, bu güzel beyinlere neler yaptığımız... İsmimi hafızalarında tutamazken, yoga öğretmenim diye hitap ederken ne kadar samimi olduklarını düşünüyorum. Onlar bu kadar bilgeyken, nasıl kirletiyoruz, kirleniyoruz büyüdükçe...
Yan sınıfta Alev Teacher İngilizce dersi veriyor. Çocuklar yan sınıfta bağırarak “ are you sleeping, are you sleeping brother John ” şarkısı söylüyor. Tam biz dinlenme pozuna girmişken, kreşin içindeki kaos, ses, hareket dikkatimi bölüyor. Onları düşünüyorum. Hepsi matlarında yatmış, klasik muzik eşliğinde dinlenerek, anlattığım doğa hikayesini düşleseler de, biliyorum aslında bu gürültüye onları hazırlıyoruz... Bu karışık, yükselip alçalan enerji onların enerjisi değil, bizim, biz büyüklerin enerjisi... yorgun, kaotik, oyalayıcı, gerçek değil... Halbuki onların enerjisi özgür, canlı, kıpır kıpır ve çok saf...
Çocuklarla dersim bittiğinde, koşarak yetişkinlerle yoga dersine yetişiyorum. Hepsinin yüzünde rahatlama isteği... Gözlerinden günün karışıklığı okunuyor... Akılları başka yerde dolaşıyor, bedenleri burda taklidi yapıyor sadece....
Dersin başlangıcı sakin ve huzurlu... Onları o sakinliğe nefesleriyle getirmeye çalışıyorum. Diyorum ki “ zaman hızla akıyor, yanıltıyor bizi... Zaman aslında sandığınızdan yavaş, uzatın zamanı... Herşey yavaş, herşey sakin, ellerimi enn yavaşta kaldırıyorum, nefesimi enn yavaşta veriyorum ve alıyorum... Yavaşla”...
Yavaşlıyoruz. Tüm ders duruyor düşünce, duygu hareketin içinde, nefesimizle beraber akıyoruz... "Zamanı durdurduk, zaman denen aldatmacıyı yavaşlattık, gerçek zaman akışı bu... şimdi, şu anda... koşma... ak "
Peki ben nerdeyim? Zamanın neresindeyim? Hangi yavaşlıkta veya hangi hızdayım? Dersler bitip, normal hayatıma döndüğümde kendime bakarken buluyorum kendimi... Çocukluğumdaki zaman algımı düşünüyorum, saati öğrenemeyişimi bir türlü... Aslında ayıp dediğimiz şeyi düşünüyorum, parmak oyununda 4 yaşındaki Emre’nin ayıp dediği şeyi... Büyürken ne kalıplarla donatıldığımızı, sonra büyüdükçe o kalıplar ve ayıp, yasak, terbiyesiz köşelerine yaklaşmadan zamanın içinde hızla koşturuşumuzu... Yetişmemiz lazım olanı... Aklımızla, bedenimizle, nefes nefese... Tüm bu koşturmada sakinleşme, durma, hayatı, kalıplarımızı, dirençlerimizi tekrar algılama ihtiyaçlarımızı... Bulanık kafalarımızı... Nerede bıraktık saf algımızı? Nerede Pavlov refleksi geliştirdik, kaç kuşak –kaç nesil aktarıldı onlar bize...
Kaan Ertem'in çizdiği, Erdener Abi karakteri vardı karikatür dergilerinin birinde... Komik gelirdi bana adamın hazır cevaplı oluşu... Karşına hep absürd kişiler ve dialoglar çıkar, o ise gayet net, ne hissediyorsa onu söylerdi. Erdener abinin adalet anlayışı da farklıydı. Cezalandırma sistemlerinden biriydi karşısındakinin aya yollanması, doğaya salınması....
Hepimizi doğaya salmalı aslında,
saatleri çıkarıp, alışkanlıklarımızı, kalıplarımızı, köşelerimizi, mevkilerimizi bırakarak...
Zıp zıp zıplayan kaotik enerjimizi de....
Doğa bizi tekrar uyumlasın diye kendine...
Zaman denen kavramı yeniden öğretsin diye...
Medeniyetleşirken aslında kaybettiğimiz şeyleri tekrar hatırlatsın diye...
Yavaşlatsın bizi diye....
Doğada olsak en mutlusu çocuklar olur heralde...
Korkusuz, endişesiz... Henüz unutmadıklarıyla, unutturulamayan saflıklarıyla...
Ben ne düşünüyorum... Bunları düşünüyorum...
Büyük aklım; zaman kavramına Hareket çekiyor...
Çocuk aklım, parmak oyunu oynuyor hala...
Çocuk aklım, parmak oyunu oynuyor hala...
Baş parmak, işaret parmağına yanaşır, işaret parmağı küçük kardeşine sarılır ve sonra daha sıkı sarılırlar birbirlerine... Sonra diğer parmaklarda bu duygusal sarılmaya eşlik ederler, ikisine sarılırlar kocaman.... :)
... zaman diliminin neresinde, hangi süreçte bunun “ terbiyesiz bir hareket” olduğunu öğrenmiş olduğumuzu düşünüyorum sadece....
... zaman diliminin neresinde, hangi süreçte bunun “ terbiyesiz bir hareket” olduğunu öğrenmiş olduğumuzu düşünüyorum sadece....
.
Brajeshwari /24.05.2010
koop - vuelvo al sur.mp3
yazarken bunu dinledim.
(Ağaçların altında bir masa, yemeğime konan kuşlar, Kahve ve Vuelvo al sur )