İçeri girdiğimde, eve daha gelmemişti. Ben işten geç çıkıyorsam, o da her zaman eve geç gelirdi. Kapıda karşılaşırdık çoğunlukla... Evde yoktu... Sabah yaptığımız kavga geldi gözümün önüne... Ona mı öfkeliydim hala, yoksa kendimi hayatın döngüsünde kıstırılmış mı hissediyordum, tahammülüm mü azalmıştı, kestiremiyordum. Daha öncede kavgalar etmiştik. Ama bu sabah yaptığımız kavga tüm günümü gergin geçirmeme neden olmuştu. Eve geldiğinde nasıl davranacaktım ona ? Biraz kırgın görünüp, sessiz mi kalmalıydım. Yoksa, hiçbirşey olmamış gibi mi davranmalıydım. Bilemiyordum.
Yine her akşam olduğu gibi yemeğimizi yiyip, televizyonun karşına geçmek, sonrada hadi yatalım demek şu anki ruh halime uygun değildi. Ağız dolusu kendimi ifade etmek istiyordum sadece. O da aynı benim gibi, sabah ki gerginliğimizin nedenlerini konuşmak ister miydi? Kimin haklı, kimin haksız oluşundan öteye, sadece yaşadığımız gerginliği halletmek istiyordum. İçinde biraz özür dilemekte olacaktı elbette...
Tüm düşüncelerimi bir kenara bırakıp, günün yorgunluğundan arınmak üzere banyoya girdim. Su her zaman içimi de arındırır, sakinleştirir, yumuşatırdı. Güne başlamadan önce, banyo “başlangıç” ritueliydi. Şimdi de, yeni bir kavgaya yada bir ateşkese hazırlamalıydım kendimi. Banyoda günümü düşündüm. Bitmek bilmez işlerin içinde, kendini bilmez çalışanların arasında ve insan psikolojisinin ne olduğunu unutan bir patronla çalışıyordum. İşimi seviyordum. Ama bazı günler, bedenimi yorgun düşerecek kadar çalışıyor, patron görmezden geldiği için, işini doğru yapmayan personelin açıklarına göz yummak zorunda kalıyor ve bu stres altında psikolojimi bir türlü toplayamıyordum. Kariyerimi bu iş yerinde öldürdüğümü düşünüyor, mesailerin belirsizce uzaması yüzünden kendime bir türlü vakit ayıramıyordum. Yıkandım. Gün bitmişti, evimdeydim. Unutmalıydım herşeyi.
Kendime ıhlamur yapıp, televizyonu açtım. O gelene kadar çayımı bitiririm, sonra beraber yemek yeriz diye düşündüm. Ana haber bülteni bittiğinde, çayın dibinde kalan soğumuş kısmı da bitirip, bardağı mutfağa koydum. Saate bakmak istemiyordum. Bir anda içimde bir boşluk hissettim. Yer sanki ayağım altından kaydı “ Gelmeyecek, boşuna kendini oyalama evin içinde” diyen iç sesimi duydum. Sabah O'nu haddinden fazla germiş olabilirmiyim diye düşünmeye başladım. Çok zor bir güne uyanmıştım. Ben koştururken, O'nun bu halimi göre göre rahatlığına sinirlenmiş, beni anlamadığı hakkında uzun uzadıya bağırmıştım. Güne başlama gerginliğim dışında, zaman zaman beni çileden çıkaran kayıtsız duruşlarını ve tüm biriktirdiklerimi de bu sabah ağzımdan çıkarmış, rahatlamıştım sanki. Evime zaman ayıramıyor, kendim için birşey yapamıyor ve biraz da anlaşılmak istiyordum. Bir tıkırtı duydum. O olabilir düşüncesiyle, mutfakta birşey yapıyormuşum gibi davrandım. Fakat gelen yan komşuydu, sesinden anladım. Gelmeyecekti, hissediyordum bunu. Ben bağırdığımda, yüzüme bakıp hiç birşey dememişti. Gidip, kahvaltısını yapmaya yönelmişti. Belki sinirli anlarımda susmanın en iyi çözüm olduğunu bildiğinden susmuştu. Belki o da birşey söylerse, iş çığrından çıkar diye kendini tutmuştu, bilmiyorum. Kapıyı çekip, bir sinirle evden çıktığımda en son arkasını bana dönmüş kahvaltısını ediyordu. Acaba, ne ara bu gece eve gelmemeye karar vermişti?
Koltuğa oturdum. Onunla konuşmak üzere düşüncelerim değişmemişti. Eve gelince sarılalım, birbirimizi öpelim, birbirimizi affedelim demiyordu içim hala. Aksine, şimdi her geçen dakika sinirim daha da artıyor, kontrol edilmez bir hal alıyordu. Neredeydi ? Onu aramak istemiyordum.
Kendimi oyalamak ve aklımın cevap veremeyeceği sorularını susturmak için televizyonu açtım. Ama aklım bir türlü susmuyordu. Oturduğu koltuğa baktım. İçim bir anda, keşke şimdi evde olsaydı, içimdeki seslerin olmadığı güzel bir akşam yaşasaydık diyor, bir yandan saate bakıyor, bir yandan da ne yapacağımı- ne düşüneceğimi bilmiyordum. Açlığım gitmişti. En olmadı, birazdan yatar, uyurdum. Ona, hiçbirşey olmamış gibi günüme devam ettiğimi gösterebilirdim. En iyisi bunu yapmaktı..
Yine her akşam olduğu gibi yemeğimizi yiyip, televizyonun karşına geçmek, sonrada hadi yatalım demek şu anki ruh halime uygun değildi. Ağız dolusu kendimi ifade etmek istiyordum sadece. O da aynı benim gibi, sabah ki gerginliğimizin nedenlerini konuşmak ister miydi? Kimin haklı, kimin haksız oluşundan öteye, sadece yaşadığımız gerginliği halletmek istiyordum. İçinde biraz özür dilemekte olacaktı elbette...
Tüm düşüncelerimi bir kenara bırakıp, günün yorgunluğundan arınmak üzere banyoya girdim. Su her zaman içimi de arındırır, sakinleştirir, yumuşatırdı. Güne başlamadan önce, banyo “başlangıç” ritueliydi. Şimdi de, yeni bir kavgaya yada bir ateşkese hazırlamalıydım kendimi. Banyoda günümü düşündüm. Bitmek bilmez işlerin içinde, kendini bilmez çalışanların arasında ve insan psikolojisinin ne olduğunu unutan bir patronla çalışıyordum. İşimi seviyordum. Ama bazı günler, bedenimi yorgun düşerecek kadar çalışıyor, patron görmezden geldiği için, işini doğru yapmayan personelin açıklarına göz yummak zorunda kalıyor ve bu stres altında psikolojimi bir türlü toplayamıyordum. Kariyerimi bu iş yerinde öldürdüğümü düşünüyor, mesailerin belirsizce uzaması yüzünden kendime bir türlü vakit ayıramıyordum. Yıkandım. Gün bitmişti, evimdeydim. Unutmalıydım herşeyi.
Kendime ıhlamur yapıp, televizyonu açtım. O gelene kadar çayımı bitiririm, sonra beraber yemek yeriz diye düşündüm. Ana haber bülteni bittiğinde, çayın dibinde kalan soğumuş kısmı da bitirip, bardağı mutfağa koydum. Saate bakmak istemiyordum. Bir anda içimde bir boşluk hissettim. Yer sanki ayağım altından kaydı “ Gelmeyecek, boşuna kendini oyalama evin içinde” diyen iç sesimi duydum. Sabah O'nu haddinden fazla germiş olabilirmiyim diye düşünmeye başladım. Çok zor bir güne uyanmıştım. Ben koştururken, O'nun bu halimi göre göre rahatlığına sinirlenmiş, beni anlamadığı hakkında uzun uzadıya bağırmıştım. Güne başlama gerginliğim dışında, zaman zaman beni çileden çıkaran kayıtsız duruşlarını ve tüm biriktirdiklerimi de bu sabah ağzımdan çıkarmış, rahatlamıştım sanki. Evime zaman ayıramıyor, kendim için birşey yapamıyor ve biraz da anlaşılmak istiyordum. Bir tıkırtı duydum. O olabilir düşüncesiyle, mutfakta birşey yapıyormuşum gibi davrandım. Fakat gelen yan komşuydu, sesinden anladım. Gelmeyecekti, hissediyordum bunu. Ben bağırdığımda, yüzüme bakıp hiç birşey dememişti. Gidip, kahvaltısını yapmaya yönelmişti. Belki sinirli anlarımda susmanın en iyi çözüm olduğunu bildiğinden susmuştu. Belki o da birşey söylerse, iş çığrından çıkar diye kendini tutmuştu, bilmiyorum. Kapıyı çekip, bir sinirle evden çıktığımda en son arkasını bana dönmüş kahvaltısını ediyordu. Acaba, ne ara bu gece eve gelmemeye karar vermişti?
Koltuğa oturdum. Onunla konuşmak üzere düşüncelerim değişmemişti. Eve gelince sarılalım, birbirimizi öpelim, birbirimizi affedelim demiyordu içim hala. Aksine, şimdi her geçen dakika sinirim daha da artıyor, kontrol edilmez bir hal alıyordu. Neredeydi ? Onu aramak istemiyordum.
Kendimi oyalamak ve aklımın cevap veremeyeceği sorularını susturmak için televizyonu açtım. Ama aklım bir türlü susmuyordu. Oturduğu koltuğa baktım. İçim bir anda, keşke şimdi evde olsaydı, içimdeki seslerin olmadığı güzel bir akşam yaşasaydık diyor, bir yandan saate bakıyor, bir yandan da ne yapacağımı- ne düşüneceğimi bilmiyordum. Açlığım gitmişti. En olmadı, birazdan yatar, uyurdum. Ona, hiçbirşey olmamış gibi günüme devam ettiğimi gösterebilirdim. En iyisi bunu yapmaktı..
Televizyon kanalları arasında dolaştım. Zaman bir türlü geçmiyordu. Her defasında kendimi, gözüm pencerede dışardan onun gelişini bekliyor buluyordum. Tamam dedim. Yatıyorum. Bugün de erken yatarım. Kalbimdeki saatli bomba, kafamın içi dolu çelik kasa, her tıkırtıya sinyal verebilecek bir hırsız alarmıyla beraber, gidip kendimi yatırdım. Baş ucumda duran ve her gece 2 sayfa okuyup, bayılarak uykuya daldığım kitabımı elime aldım. Hem daha fazla sayfayı okuyacak zamanım olur, hemde böyle rahatça uykuya dalarım diye düşündüm. Kitabımın kaldığım sayfasını güzelce okudum. Neredeydi acaba? Yine arkadaşlarıyla beraber bir yerlere mi takılmıştı ? Kitabın ikinci sayfasına geçtiğimde, yanımda yattığı dün geceyi özlediğimi hissettim. Ben henüz kitabın sayfaları çevirirken, O yatakta yerini almış, vucudunun birazını bana dayamış olurdu. Uykuya dalmadan önceki derin nefes alışlarını duyar, sonra uykuya kendini teslim edişiyle kendimi yanında güvende hissederdim. Onu özlediğimi düşündüm. Sonra savdım bu düşünceyi kafamdan. ‘Hayır!! o beni özlüyor olmalı’ dedim içimden. Gelecekti. Benden özür dilemesini beklemiyorum. Onun evden çekip gitmesine neden olacak birşeyde yapmamıştım. Kitabıma döndüm. Bir süre sonra kendimden geçtiğimi hatırlıyorum. Bir tıkırtıyla aniden yataktan kaldırdım kendimi. Apartmanın giriş kapısında, genç öğrencilerin anahtar ararken ki kıkırdamaları kulağıma çalındı. Gelen o değildi.
Evin içini sessizlik doldurmuştu. Yatağın onun olan köşesine baktım. Ağlamaya başladım. Yataktan kalkmaya karar verdim. Ama ne yapacağımı bilemez halde, oturduğum yerde kala kaldım. Her sabah makyajımı yaptığım aynada kendime baktım. Berbat görünüyordum. Yüzümde koca bir soru işareti vardı sanki... Ben aynaya bakarak makyajımı yaparken, o hep yatakta uzanmış beni izler olurdu. Bir yandan rujumu sürerken, bir yandan da ona bakıp ‘yoksa fazla mı olmuş’ diye sorardım. Hep ılımlı, hep sakindi. Gözleriyle konuşurdu. Sevgisini, asla süsleyip püsleyerek göstermezdi. Aşırı değil, olduğu gibi hep doğaldı. İçimin en sert noktaları yumuşadı yine, onu özlediğimi hissettim. Gözlerim önce saate baktı, sonra odanın perdelerine daldı. Baktığımın perde olduğu bir gerçekti. Ama gördüğüm başkaydı.
.
Bu tanıdık kalp ağrılarını son sevgilim yaşatmıştı bana. Çok tutkulu, çok enerjik ama bir o kadarda pervasız biriydi. Her yaptığına bir açıklaması vardı. İlişkimiz 2 yıl sürdü. Ben 2 yıl hep onun doğrularıyla yaşadım. Bazen kendimi yok saydım, bazen bu tutkunun esiri olmuş gözleri kör bir aşıktım. Seviyor, elimde tutamıyor, bir yandan da ilişkideki birliğimizi kaybettiğimi görüyor, tüm bunların ötesinde ayrılamıyordum. Onu başka bir kızla öpüşürken görmesem bu tutsaklığı bitirmem bu kadar kolay olmayacaktı. Aylarca, hasta gibi dolaşmıştım. Aldatılmanın verdiği ızdırapla, 2 yıl boyunca kendimi unuttuğum bir hayata ve bağımlılık yapmış bir tutkudan, yanlızlığa geçmem zor olmuştu.
O'nunla tanışmamızı hatırladım. Kalp yaralarım kabuk tutmaya başladığı ve hayata karışmak adına antreman yaptığım zamanlardan biriydi. Hava çok soğuktu. Yürüyüşe çıkmıştım. Bazen içinizde yananı söndürmek için, soğukta yürüyüş yapmanın iyi geldiği bir ruh halindeydim. Yürüyüşten sonra, bir kahve içmeye karar verip, yolumu değiştirdim. Caddeyi döndüğümde, O'nunla göz göze geldik. Bazı anlar vardır. İçiniz birşey der ya hani ilk kez karşılaştığınız anda. Uzun bir andı sanki. Yüzünü, gözlerini, bakışlarını hafızama kaydetmiştim. Bu anın, içimdeki tanımını arayarak yürümeye devam ettim. Kalbimin hızlı atışlarına engel olamazken, içimi anlama pratiğini uzun süredir kaybetmiş biri olarak paniğe kapıldım. Kafeye girdiğimde, hala onu düşünüyordum. Tanışmıyorduk. Ama neydi bu peki? Kahvemi ısmarladım. İçimi susturdum. Kendimi harabe olarak toparlamaya çalıştığım zor bir dönemin üstesinden geliyordum. Muhtemelen, ben bu göz göze gelişten, gereksiz anlamlar çıkarıyordum. Kahvemi bitirdim, hesabı isteyerek, toparlandım. Çıkış kapısına yöneldim. Bir yandan eldivenimi giyiyor, bir yandan da atkımı boynuma sarıyordum ki, cafenin çıkışında tekrar karşılaştık. Birbirimize bakarken, içimden nehirlerin aktığını hissettim. Dizlerim boşaldı. Yüzünde ve gözlerinin içinde, bana benzer birşeyler buldum. O da üşüyordu. Merhaba dedi. Merhaba dedim bende..
O gece bende kaldı.
Yeni bir ilişkiden çıkmış, parçalarımı toplamaya çalışıyordum. Yatakta yatan O'na baktım. Bu bir aldanış mıydı? Yanlız kalmaktan mı korkuyordum? Neden O'nu gece evime getirmiştim? Bir çok soruyla boğuşuyordum. “Bu gece burada kalır, yarın da gider, bende bunu unuturum” dedim. Sabah O'ndan erken uyandım. Uyuyordu. O'nu izlemeye başladım. O'nda neyi kendime benzettiğimi anlamaya çalıştım. Bana yaklaşmak için oyunlar oynamamıştı. Sakin ve ılımlıydı. İçinde bilge bir yan vardı, duruşuna, oturuşuna ve bakışına yansıyordu. Etkilenmiştim. Aylardır bulmaya çalıştığım merkezimden kopmamaya çalışıyordum, sanki buna saygı göstermişti. İçimi ısıttığını hissediyordum aslında, ama bunu bir türlü kendime itiraf edemiyordum. Uyandığında, bana baktı ve ona bakan ben ile göz göze geldi, sanki gülümsedi. İçimde tanıdık ama unutulmuş bir duygu uyandı tekrar... Gülümsedim.
Perdeler bunları hatırlatırken, salona geçmeye karar verdim. Hala gelmemişti. Salonun ışıklarını açtığımda, salonda uyuyor olabileceğini düşünerek etrafa baktım. Ama yoktu.
Yokluğunu çok derinlerimde hissederek, hiçbirşey yapmayarak –hiçbirşey yapmayacağımı bilerek sadece oturdum. Gece bazen bu saatlerde ikimizde uyumaz, dedikodu yapardık. Onunla sohbet etmekten hep keyif alırdım. Her şeye karşı aynı dinginlikte duruşundan etkilenirdim. Beni aşan bir öngörüsü vardı. Arkadaşlarımın hepsi, biten ilişkim sonrası harabeye dönmüş ruhumun iyileşme belirtilerini gözlemlemişti. Nedeninin O olduğunu öğrenmeleri uzun sürmedi. Daha beraberliğimiz ile ilgili kaygılarım bitmemişti. ”Yarın ne olur bilmiyorum” desemde, büyük bir heyecan ile bir gece bize tanışmaya geldiler. Hepsine, çok hoş davrandı. Hiç birine kendini beğendirmeye uğraşmadan, olgun ve dingin duruşuyla onları adeta büyüledi. Çocukluk arkadaşım Özlem “kızım inanmıyorum sana, nasıl birşey bulmuşsun böyle” dedi. Eski iş yerimden arkadaşım Bengü yine densizliğini göstererek “bende olsam, kaçırmazdım abi” diyerek, beni onure ettiğini sandı. Hayatında insanlarla, hayvanlarla, karşısına çıkan her tür problemle sevgiyle baş eden dünya canlısı arkadaşım Güneş “ Canım, sana iyi geliyor ya.. Düşünme.. Bırak yaşa...” diyerek içimi rahatlattı. Güneş ve O, nedenin ben olmadığım iyi bir iletişim kurdular zamanla... Güneş’i hep sevdi. Bir tek, Bengü’nün evimize maç izlemeye getirdiği yeni sevgilisinden hoşlanmamıştı. Çocuk maç izlerken geriliyor, bağırmak için ayağa kalkıyor, ellerini kollarını nereye koyacağını şaşırıyordu. Yanında oturuyordu. Gerildiğini hissetmiştim. Kalkıp, mutfağa gitmişti. Bana göre, Bengü'nün sevgilisi her erkeğin maç sırasında gerildiği kadar gergindi. Ama Onunla elektrikleri uymadı. Bengü ne zaman bize sevgilisiyle gelse, hep bir bahane bulup yüz yüze olmaktan kaçındı. Birşey diyemedim. Adamı sevmediği belliydi. Bir ara Bengü benim arkadaşım olduğu sürece, sevgilisini de sevmemiz gerektiğini savundum ama, O oralı bile olmadı. Zorlamadım. Sonra sonra, iç görüsüne güvenmem gerektiğini anladım. Bengüyle kahve içtiğimiz bir iş çıkışında, sevgilisi arabasıyla geldi. Yağmur yağıyordu. Yolumuz gereği önce Bengü’yü, sonra beni eve bırakabileceklerini, bu yağmurda otobüs beklememe gönüllerinin razı olamayacağını söylediler, kabul ettim. Bengüyü bıraktık. Eve gelene kadar, benim ne kadar güzel bir kız olduğumdan, Bengü’nün onun evlenilebileceği tarzda bir kız olmadığından, kendisinin bana karşı duygularından uzun uzadıya bahsetti. Kendimi arabadan inip, nasıl eve attığımı bilmiyorum. O'nu evde koltukta otururken gördüğümde, sadece içimden varlığı için teşekkür ettim. Sonra, kocaman sarıldım ona. Konuyla ilgili kimseye birşey söylemedim. Zaten, bir kaç hafta sonra Bengüyle sevgilisi de yollarını ayırdı.
Hala gelmemişti. Yoldan geçen kimse yoktu. Tüm evlerin ışıkları sönmüştü. Ben bi başıma oturuyordum. Güneş’i arasam, biraz dertleşirmiyiz dedim içimden. O beni iyi tanırdı. İçimi sakinleştirebilirdi. İstanbul’a taşındığından beri Güneş ile sadece telefonlaşabilir olmuştuk. En son doğum günümde bana kargo ile yolladığı muzik cdsini koydum. Aklıma, bu cd ile beraber yolladığı minik paket geldi. Benim doğum günümü kutlarken, O'nu da unutmamış, minicik bir hediye ile yeni başlayan dostluklarını da önemsediğini göstermişti adeta... İnce ruhlu bir kızdı Güneş... O'na yolladığı pakete iliştirdiği not, gülümsetmişti beni... “ Umarım beğenirsin. Arkadaşlığımızın değerli olduğunu gösteren minik bir kolye aldım sana... Sevgimle takarsın dilerim.. Arkadaşım sana emanet, birbirinize iyi bakın “ diye de not düşmüştü. Güneş’i aramak istiyordum. “ Beni emanet ettin ama, şimdi ne yapacağım” demek istiyordum. Saate baktım, Güneş bu saatte sevgilisiyle koyun koyuna uyuyordur. Rahatsız ederim diye, vazgeçtim.
Çok mu bağırmıştım sana?.. Çok mu biriktirmiştim?... Herşeyin acısını senden mi çıkarmıştım bu sabah?.. Niye hala yoktun.. Umarım başına bir şey gelmemiştir. Umarım kazaya, kavgaya karışmamışsındır dedim. İçime endişe kaplamıştı. Yine geç geldiğin bir gece, arkadaşlarınla yemek yerken birden ortada kavga çıktığını ve arada kaldığını söylemiştin. Gözünün üstünde, bir kızarıklık vardı. Senin için endişelip, elimi uzattığımda canının acısına dayanmaya çalıştığın için elletmemiştin yarana. Kızmıştın gereksiz endişeliyor oluşuma belki de. O gece yatağa yattığımızda kıvranarak uyandırdın beni. Ne olduğunu anlamadan devamlı kusuyordun. Kavgada midene tekme yemiş olabileceğini, üzülürüm diye bunu bana söylemediğini düşünmüştüm. Ne yapacağımı bilemez halde, seni taksiye bindirdiğim gibi doktora götürmüştüm. Elim ayağım birbirine dolanmış halde, iyi olup olmadığını merak ederek sabahladık o gece... Yorgundun. Midende ki herşeyi çıkarmış, kolunda serumla baygın yatıyordun. Yanında, elini tutuyordum. Sana olan aşkımı o gün daha iyi anladım. Her zaman güçlü olmanı dilemiştim dualarımda. Doktor Ateş, odaya girdiğinde, kan testi sonuçları elindeydi. ”Yediği yada içtiği şeyden dolayı zehirlenmiş, merak etmeyin, bir gün daha gözetimimizde kalsın” diyerek odadan çıktı. Sevinmiştim. O bir gün, sensiz çok çekilmezdi. İş yerinden koşarak yanına geldim. Son kontrollerin bitmesini beklerken, yalvarır gözlerle “beni eve götür, evimizi özledim, bunaldım burada” demiştin. Eve geldiğimizde, tüm gün uyudun. Şimdi nerdesin, evini özlemedin mi ? Endişelenmeye başlamıştım. İyi olduğunu düşünmekten başka çarem yoktu.. İyi şeyler düşünmeliydim.
O gece bende kaldı.
Yeni bir ilişkiden çıkmış, parçalarımı toplamaya çalışıyordum. Yatakta yatan O'na baktım. Bu bir aldanış mıydı? Yanlız kalmaktan mı korkuyordum? Neden O'nu gece evime getirmiştim? Bir çok soruyla boğuşuyordum. “Bu gece burada kalır, yarın da gider, bende bunu unuturum” dedim. Sabah O'ndan erken uyandım. Uyuyordu. O'nu izlemeye başladım. O'nda neyi kendime benzettiğimi anlamaya çalıştım. Bana yaklaşmak için oyunlar oynamamıştı. Sakin ve ılımlıydı. İçinde bilge bir yan vardı, duruşuna, oturuşuna ve bakışına yansıyordu. Etkilenmiştim. Aylardır bulmaya çalıştığım merkezimden kopmamaya çalışıyordum, sanki buna saygı göstermişti. İçimi ısıttığını hissediyordum aslında, ama bunu bir türlü kendime itiraf edemiyordum. Uyandığında, bana baktı ve ona bakan ben ile göz göze geldi, sanki gülümsedi. İçimde tanıdık ama unutulmuş bir duygu uyandı tekrar... Gülümsedim.
Perdeler bunları hatırlatırken, salona geçmeye karar verdim. Hala gelmemişti. Salonun ışıklarını açtığımda, salonda uyuyor olabileceğini düşünerek etrafa baktım. Ama yoktu.
Yokluğunu çok derinlerimde hissederek, hiçbirşey yapmayarak –hiçbirşey yapmayacağımı bilerek sadece oturdum. Gece bazen bu saatlerde ikimizde uyumaz, dedikodu yapardık. Onunla sohbet etmekten hep keyif alırdım. Her şeye karşı aynı dinginlikte duruşundan etkilenirdim. Beni aşan bir öngörüsü vardı. Arkadaşlarımın hepsi, biten ilişkim sonrası harabeye dönmüş ruhumun iyileşme belirtilerini gözlemlemişti. Nedeninin O olduğunu öğrenmeleri uzun sürmedi. Daha beraberliğimiz ile ilgili kaygılarım bitmemişti. ”Yarın ne olur bilmiyorum” desemde, büyük bir heyecan ile bir gece bize tanışmaya geldiler. Hepsine, çok hoş davrandı. Hiç birine kendini beğendirmeye uğraşmadan, olgun ve dingin duruşuyla onları adeta büyüledi. Çocukluk arkadaşım Özlem “kızım inanmıyorum sana, nasıl birşey bulmuşsun böyle” dedi. Eski iş yerimden arkadaşım Bengü yine densizliğini göstererek “bende olsam, kaçırmazdım abi” diyerek, beni onure ettiğini sandı. Hayatında insanlarla, hayvanlarla, karşısına çıkan her tür problemle sevgiyle baş eden dünya canlısı arkadaşım Güneş “ Canım, sana iyi geliyor ya.. Düşünme.. Bırak yaşa...” diyerek içimi rahatlattı. Güneş ve O, nedenin ben olmadığım iyi bir iletişim kurdular zamanla... Güneş’i hep sevdi. Bir tek, Bengü’nün evimize maç izlemeye getirdiği yeni sevgilisinden hoşlanmamıştı. Çocuk maç izlerken geriliyor, bağırmak için ayağa kalkıyor, ellerini kollarını nereye koyacağını şaşırıyordu. Yanında oturuyordu. Gerildiğini hissetmiştim. Kalkıp, mutfağa gitmişti. Bana göre, Bengü'nün sevgilisi her erkeğin maç sırasında gerildiği kadar gergindi. Ama Onunla elektrikleri uymadı. Bengü ne zaman bize sevgilisiyle gelse, hep bir bahane bulup yüz yüze olmaktan kaçındı. Birşey diyemedim. Adamı sevmediği belliydi. Bir ara Bengü benim arkadaşım olduğu sürece, sevgilisini de sevmemiz gerektiğini savundum ama, O oralı bile olmadı. Zorlamadım. Sonra sonra, iç görüsüne güvenmem gerektiğini anladım. Bengüyle kahve içtiğimiz bir iş çıkışında, sevgilisi arabasıyla geldi. Yağmur yağıyordu. Yolumuz gereği önce Bengü’yü, sonra beni eve bırakabileceklerini, bu yağmurda otobüs beklememe gönüllerinin razı olamayacağını söylediler, kabul ettim. Bengüyü bıraktık. Eve gelene kadar, benim ne kadar güzel bir kız olduğumdan, Bengü’nün onun evlenilebileceği tarzda bir kız olmadığından, kendisinin bana karşı duygularından uzun uzadıya bahsetti. Kendimi arabadan inip, nasıl eve attığımı bilmiyorum. O'nu evde koltukta otururken gördüğümde, sadece içimden varlığı için teşekkür ettim. Sonra, kocaman sarıldım ona. Konuyla ilgili kimseye birşey söylemedim. Zaten, bir kaç hafta sonra Bengüyle sevgilisi de yollarını ayırdı.
Hala gelmemişti. Yoldan geçen kimse yoktu. Tüm evlerin ışıkları sönmüştü. Ben bi başıma oturuyordum. Güneş’i arasam, biraz dertleşirmiyiz dedim içimden. O beni iyi tanırdı. İçimi sakinleştirebilirdi. İstanbul’a taşındığından beri Güneş ile sadece telefonlaşabilir olmuştuk. En son doğum günümde bana kargo ile yolladığı muzik cdsini koydum. Aklıma, bu cd ile beraber yolladığı minik paket geldi. Benim doğum günümü kutlarken, O'nu da unutmamış, minicik bir hediye ile yeni başlayan dostluklarını da önemsediğini göstermişti adeta... İnce ruhlu bir kızdı Güneş... O'na yolladığı pakete iliştirdiği not, gülümsetmişti beni... “ Umarım beğenirsin. Arkadaşlığımızın değerli olduğunu gösteren minik bir kolye aldım sana... Sevgimle takarsın dilerim.. Arkadaşım sana emanet, birbirinize iyi bakın “ diye de not düşmüştü. Güneş’i aramak istiyordum. “ Beni emanet ettin ama, şimdi ne yapacağım” demek istiyordum. Saate baktım, Güneş bu saatte sevgilisiyle koyun koyuna uyuyordur. Rahatsız ederim diye, vazgeçtim.
Çok mu bağırmıştım sana?.. Çok mu biriktirmiştim?... Herşeyin acısını senden mi çıkarmıştım bu sabah?.. Niye hala yoktun.. Umarım başına bir şey gelmemiştir. Umarım kazaya, kavgaya karışmamışsındır dedim. İçime endişe kaplamıştı. Yine geç geldiğin bir gece, arkadaşlarınla yemek yerken birden ortada kavga çıktığını ve arada kaldığını söylemiştin. Gözünün üstünde, bir kızarıklık vardı. Senin için endişelip, elimi uzattığımda canının acısına dayanmaya çalıştığın için elletmemiştin yarana. Kızmıştın gereksiz endişeliyor oluşuma belki de. O gece yatağa yattığımızda kıvranarak uyandırdın beni. Ne olduğunu anlamadan devamlı kusuyordun. Kavgada midene tekme yemiş olabileceğini, üzülürüm diye bunu bana söylemediğini düşünmüştüm. Ne yapacağımı bilemez halde, seni taksiye bindirdiğim gibi doktora götürmüştüm. Elim ayağım birbirine dolanmış halde, iyi olup olmadığını merak ederek sabahladık o gece... Yorgundun. Midende ki herşeyi çıkarmış, kolunda serumla baygın yatıyordun. Yanında, elini tutuyordum. Sana olan aşkımı o gün daha iyi anladım. Her zaman güçlü olmanı dilemiştim dualarımda. Doktor Ateş, odaya girdiğinde, kan testi sonuçları elindeydi. ”Yediği yada içtiği şeyden dolayı zehirlenmiş, merak etmeyin, bir gün daha gözetimimizde kalsın” diyerek odadan çıktı. Sevinmiştim. O bir gün, sensiz çok çekilmezdi. İş yerinden koşarak yanına geldim. Son kontrollerin bitmesini beklerken, yalvarır gözlerle “beni eve götür, evimizi özledim, bunaldım burada” demiştin. Eve geldiğimizde, tüm gün uyudun. Şimdi nerdesin, evini özlemedin mi ? Endişelenmeye başlamıştım. İyi olduğunu düşünmekten başka çarem yoktu.. İyi şeyler düşünmeliydim.
Yorulmuştum. Halbuki kavga edecektik. Ben ağız dolusu kızacaktım... “Söz, kızmayacağım..” dedim içimden..." Özledim seni.. "
Karanlıktı, yorgun vücudum dayanamadı. Koltukta uyuya kalmışım. Sabah aydınlığı gözüme girdiğinde, sırt ağrısıyla uyandım. Salonda yoktu. Gelmemişti. Camı açtım, temiz havayı ciğerlerime çektim, biraz dışarıyı seyrettim, herkes uyuyor olmalıydı. O napıyordu acaba?
Banyoya girdim.. Gün yine başlamıştı. Bir saat sonra işe gidecektim. İşe gitmek, bir anda önemsizleşti gözümde... Ilık su, beni ayılttı.. Gün biraz daha aydınlandığında, bugün geleceğine dair umudumu tekrar yeşerttim içimde... Odamdan çıkıp, kahve yapmak üzere mutfağa geçerken, salonda koltukta oturduğunu gördüm. Ben banyodayken gelmiş olmalıydı. Heyecanlandım. İçim mutlulukla doldu. Tüm geceyi, tüm kaygılarımı, sırtımın ağrısını unuttum. Gelmişti. Bana baktı. Sessizce yanına gittim. Oturdum. Ona sarılmak, özlediğimi söylemek istiyordum ama yapamıyordum. İçim sadece mutlulukla doluydu. Bir süre sessizce oturduk. Sonra elimi uzattım. “Özür dilerim, sana o kadar bağırmamalıydım. Hepsi benim suçum. Kendimi sana nasıl affettireceğimi bilmiyorum. Ama seni çok seviyorum”..dedim. Bunu söylediğimde, yüzüne bakıyordum. Tepkileri hiç değişmedi. Yüzünü bana çevirmedi. Durdu sadece.. Durduk... Hem mutluydum, hem çok suçlu hissediyordum kendimi... Affetsin beni istiyordum.. Gözlerim dolmaya başlamıştı. Bana baktı, ağlayacağımı anladı belki de... Yanıma geldi. Kafasını, kafama dayadı. Patisini elimin üzerine koydu. Gözlerimin içine baktı, gülümsedi sanki.. Sessizce, sarıldık... Barışmıştık...
.
.
Bu yazı Öykü Atolyesi için yazılmıştır. (kelime oyunu /Med Cezir)
Fotograflar: deviantart
>
8 yorum:
süper
sen ciddi ciddi öykü yazmaya başladın:)
fark eder mi kime yazılmış olduğu, kendi içimize yönelik doğru sözler olduktan sonra bence fark etmez. o kadar doğru cümleler var ki içersinde, her cümlede birkaç saniye durup bekleyerek, içime sindirerek ağır ağır okurken fark etmedim bile sonuna geldiğimde. ama şaşırdım elbette bu güzel kurguya ve gülümsedim.
Sevgili Burcu bir çırpıda okudum ve sanki benim başıma gelmiş kadar hissettim tüm duyguları. Hikayedeki duygu karmaşalarını, iç monologları çok duru ve etkili bir dille anlatmışsın. Bir yandan okuduğum satırın doyumuna varırken bir yandan da sonunun nasıl geleceğinin heyecanıyla bitirdim öyküyü. Kalemin kelimelere çok yakışıyor...
sevgiyle kal...
Çok şükürrrr.Hikayenin sonunu araları atlayıp okudum önce ve sonra tekrar rahat rahat okudum sonunu bilmek beni rahatlatmıştı çünkü.Ellerine sağlık.
Oh nihayet!...
Brajeshwari'ciğim iletişim problemlerim nedeni ile bu harika öyküyü ancak dün akşam okuyabildim ve iki gecedir mücadele içindeyiz "yorum gönderi" ile... ben ısrarla adeta yumrukluyorum o ısrarla hiç tepki vermiyordu :))
Harika bir öykü, muhteşem bir kurgu ve tek kelimenin yarattığı büyük bir açılım ile sürpriz final :)
Lütfen artık "öykü kitabı - roman" her ne istersen, ciddi olarak düşün... Hiçbirşey tesadüf değil ve şu son bir senenin sana hazırladığı gelişmelerin (iş, blog vs) nedeni sanırım açığa çıktı... Hayat senden önce, senin için, sana "kitap" yolunu hazırlamaya başlamış bile çoktan :))
öpüyorum, sevgiler...
Son zamanlarda okuduğum en güzel öykü...Bir hayvana duyulan sevgileri ve sezgileri bu kadar güzel anlatmamıştı kimse...
Çok ama çok duygulandım.Aynı hisleri yaşadığım için olsa gerek...Oğlumun doğduğu günlerde,gece eve gelmeyip,köpekler tarafından öldürülen (o gün kızımın ayağını tırmaladığı için kızarak kovduğum ama bütün gece pencerelerde aradığım)kedim için hissettiklerimi okudum bu satırlarda...3 gün sütüm gelmemişti üzüntüden...
Dile getiremediğim sözcükler...
TüTü
çok teşekkür ederim.
Sabredip, bu uzun öyküyü okuduğunuz için..
Bende yazarken çok keyif aldım.. Şimdi yorumlarinizi okurken de çok keyifliyim..:)
Hiç böyle bir son beklemiyordum. duygulandım. çok ilginc geldi. gelmemesi lazımdı aslında.. herneyse çok başarılı olmuş. elinize sağlık vallahi =)
Yorum Gönder